Zahitlik, dini emirlere tamamiyle uymak, bundan başka da şüpheli şeylerden çekinmek, ruhsat yolunu değil, azimet yolunu, yani haram ve suç olduğu bilinmeyen, fakat şüphe edilen şeyleri yapmaktan kaçınmak, farzlardan başka sünnetlere, nafilelere devam etmek, az yemek, az uyumak, her hususta Tanrı buyruklarını korumaya çalışmaktır. İslam’da bu vardır, fakat aşırı değildir. Mesela “bilin ki dünya yaşayışı, ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir bezentidir ve aranızda bir övünmedir ve bir mal ve evlat çokluğu gayretidir; ancak ve bunlardan ibarettir de; oysa ki dünya yaşayışı bir yağmura benzer, bitirdiği nebatlar, ekincileri şaşırtır, sevindirir. Sonra kuruyuverir de bakarsın, sapsarı olmuş, sararıp solmuş, sonra da un ufak olmuş, dağılıp gitmiş ve ahretteyse çetin bir azap var ve Allah’tan bağışlanma ve razılık var; ve “dünya yaşayışı, ancak bir aldanış mataından ibaret” gibi dünyayı, dünya yaşayışını yeren ayetler yok değildir; fakat bunlar, dünyaya, mala mülke tapmayı, yaşayışı ancak ferdi bir görüşle mütalaa etmeyi kınayan ayetlerdir. Aynı surede, “Rahipliği onlara biz farz etmediysek de onlar, ancak Allah rızasını kazanmak için icat ettiler; derken onun hakkında da gereği gibi riayet edemediler; derken onlardan inananlara, mükafatlarını verdik ve onların çoğuysa buyruktan çıkmış olanlardır” ayetinde, rahipliğin, evlenmemenin, dünyadan çekilip, halktan kesilip kendisini ibadete vermenin Allah tarafından farzedilmediği bildirilmekte, aynı zamanda bunun, insanın yaratılışı bakımından da mümkün olmadığı belirtilmektedir. Kul azad etmek, yoksulu doyurmak, yetime bakmak, insanlara faydalı olmak hakkındaki ayetler sayılamayacak kadar çoktur. Hele birçok ayette namazla beraber anılan zekat hakkındaki ayetleri, çalışmayı emreden buyrukları yazmaya, bildirmeye kalksak ayrı bir kitap olur. Bütün bunlar, ancak çalışmakla elde edilebilen, çalışmakla yapılabilecek olan hayırlar ve ibadetlerdir. “Ve gerçekten de insan, ancak çalıştığını elde eder ve şüphe yok ki çalıştığının karşılığı da gösterilir ona” ayetleri, dünya ve ahret için çalışmayı emreden ayetlerdir. “Yüzlerinizi doğuya, batıya çevirip durmanız, hayır sayılmaz ki… Hayır ve taat sahipleri, Allah’a, son güne, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan, Allah sevgisiyle yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere, esirlere mal veren, namaz kılan, zekat veren, ahdettikleri zaman ahitlerine vefa eden, sıkıntı ve şiddet vakitlerinde sabreden kişilerdir. Onlardır özleri doğru olanlar, onlardır sakınanlar” ayetiyle, “Allah’ın sana verdiği şeylerle ahret yurdunu elde etmeye bak ve dünyadaki nasibini de unutma ve Allah sana nasıl ihsan ettiyse sen de ihsan et ve yeryüzünde bozgunculuk etmeye kalkışma; şüphe yok ki Allah bozguncuları sevmez” ayeti dünya ile ahiret dengesini pek güzel anlatır.
Hz. Muhammed, gerçekten de pek zahitçe yaşamaktaydı; fakat dünya işlerinden de hiçbirini ihmal etmiyordu. İnanmayanları dine çağırıyor, inananlara din hükümlerini bildiriyor, karşı duranlarla savaşıyor, zekat toplatıyor, yoksulları görüp gözetiyor, sosyal bir kurumun temellerini atmaya uğraşıyordu. İslam’daki zahitlik, bağımsızlığı esas bilen, savaşı emreden, yardımlaşmayı, birleşmeyi, sevişmeyi öven Müslümanlığa hiçbir suretle aykırı ve dinden aşırı değildi, bir savaşta kadın ihtiyacını duyanlar, kendilerini hadım ettirmeyi düşünmüşler, fakat Hz. Peygamber bunu nehyetmişti. Sahabenin zahitlerinden Osman b. Maz’ün da buna niyetlenmişti; fakat kendisine izin verilmemişti. Peygamber’in zahitliğini duyan, gören sahabenin bir kısmı, geceleri sabaha dek namaz kılmaya, bir bölüğü boyuna oruç tutmaya, bir bölüğü de kadınlara yaklaşmamaya, evlenmemeye karar vermişken Peygamber, “ben,” buyurmuştu, “Tanrı’dan en fazla korkanınız olduğum halde oruç tutuyorum, fakat yiyorum da; namaz kılıyorum, fakat yatıp uyuyorum da; kadınlarla da evleniyorum. İşlediğimi işlemeyen benden değildir.” Bir günün orucunu öbür güne ulamamayı buyurmuş, dini kolay olarak teşri ettiğini bildirmiş “iyi ve temiz mal, iyi ve temiz kişiye ne de güzeldir” demişti.
Mevlana, Mesnevi’nin I. Cildinde, “bu dünya zindandır, biz de zindandakileriz. Zindanı del, kendini kurtar. Dünya nedir? Allah’tan gaflet etmek; yoksa gümüş, oğul, kadın dünya değildir. Malı, din için yüklenirsen, peygamber bunun hakkında, temiz mal, temiz kişiye ne de güzeldir, demiştir. Gemiye dolan su gemiyi batırır; fakat altındaki su onu yüzdürür…” beyitleriyle bu hadisi anlatır; “bir testide” der, “su olursa denize batar, ama içinde su olmazsa, denizin üstünde yüzer”.
Kur’an’ın ve onu bildiren, duyuran İslam peygamberinin bu orta ve dengeli görüşünü, hiçbir zaman gerçek hürriyeti, tam yoklukta bulan Budha diniyle, yahut malı ve mülkü tamamiyle terketmeyi söyleyip, kuşların, yiyeceklerini buluşlarını, ovadaki zambakların giyime kavuştuklarını örnek veren, Kayser’e ait olanın Kayser’e verilmesi gerektiğini emreden İncil’le kıyaslayamayız. Fakat buna rağmen Müslümanlık, sınırını genişlettikçe bir yandan Roma-Bizans, bir yandan da Hint-İran medeniyetiyle ve bu medeniyetleri doğuran dinlerle temasa gelmiş, bunların tesiri altında kalmış, bir yandan da aşırı zenginlik, yüksek ve müreffeh bir zümrenin türeyişi, Emevilerin daha ilk devrinde, Hz. Ömer’in dediği gibi Arap Kisrası olan Muaviye’nin kapıcılı, perdecili, hadımlı, tahtlı saray kuruşu, buna karşı duyulan içli ve derin nefret, aynı zamanda iç kargaşalıkların verdiği bezinti, İslam’da aşırı ve kaba zahitliğe yol açmıştı.
Bu kaba zahitler Tanrı’ya dayanmada ileri gidiyorlar, yalnız başlarına, yanlarına azık almadan çöllere dalıyorlar, evlenmiyorlar, tedavi edilmiyorlar, uyku uyumamaya, boyuna ibadete, Tanrı’yı zikre koyuluyorlar, ruh hastalıklarına tutuluyorlar, bilgiye düşman kesiliyorlar, herkese bir gözle bakmayı buyurdukları halde kendilerinden olmayanları aşağı görüyorlardı. Buna karşılık şeriatçılar da, hangi mezhepten olurlarsa olsunlar haklı olarak bunları hoş görmüyorlar, kınamaktan, tuttukları yolun batıl olduğunu söylemekten çekinmiyorlardı. Burada, “her ümmetin bir siyahatı var; benim ümmetimin siyahati de Tanrı yolunda savaş. Her ümmetin bir rahipliği var; benim ümmetimin rahipliği de düşman karşısında nöbet beklemek”, “sakının dinde, yeniden yeniye uydurulan şeylerden; gerçekten de her sonradan icat edilen şey uydurmadır, her uydurma da sapıklık”, “halktan kesilip yapayalnız bir yerde oturan kişi bizden değildir”, “gerçekten de Allah size çalışmayı buyurdu; çalışın”, “Ulu Allah, kuluna verdiği nimetin eserini, onda görmek ister” gibi hadislerle evlenmemeyi, birini hadım etmeyi nehyeden hadisleri yazarsak, şeriat bilginlerinin bu kaba zahitlere neden karşı durdukları daha ziyade belirir sanırız.