Yılan mı Oyundan, Oyun mu Yılandan?

0
336

Bu yazımda, bir takım gerçeklerden, trendlerden yola çıkarak gelecek ile ilgili öngörülerde bulunup, belki de hiç aklımıza gelmeyen bazı detaylara dikkatinizi çekeceğim.

Yazıma, popüler ve medyatik, teorik fizikçi Michio Kaku ile başlamak istiyorum. Kendisi (şahsen katılmasam da) günümüzün Einstein’i olarak kabul ediliyor. Özellikle evrende yaşaması muhtemel birinci, ikinci ve üçüncü seviye medeniyetler ve insanlığın geleceği ile ilgili yazdığı kitapları bestseller olmuş ve belgeselleri çok tutulmuştur. Michio Kaku’nun teorisine göre, ki ben buna gayet katılıyorum, insanoğlunun şu anki seviyesi, “0” dereceyi aşıp, birinci seviye olmak üzere ilerleyen bir medeniyet seviyesidir. Bunu bir insanın bebeklik evresine benzetebiliriz. Birinci seviyede, gezegen üzerinde yaşayan medeniyet, gezegenin iç ve dış hareketlerini kontrol edebiliyor. Yani depremler, iklim değişiklikleri gibi. Tüm enerji ihtiyaçlarını direk güneşten sağlayabiliyor ve fosil yakıtlara ihtiyaç duymuyor. Ait olduğu yıldız sistemindeki diğer gezegenlere de erişim sağlamış oluyor. İkinci derece medeniyet, güneş sistemindeki (ya da içinde bulunduğu yıldız sistemindeki) gezegenler dahil tüm hareketleri ve olayları kontrol edebiliyor, enerjisini diğer yıldızlardan da sağlayabiliyor ve ayrıca yıldızlar arası hızlı erişim yollarını çoktan geliştirmiş oluyor. Üçüncü derece medeniyet ise enerjisini direk galaksinin merkezinden alabiliyor ve galaksi içerisinde hareket ve kabiliyetini üst düzeyde kullanabiliyor, yıldız sistemleri yaratabiliyor. Star Wars filminin içeriğinin de, bu yüksek medeniyetlerin kapasitelerine atıfta bulunması tesadüf değildir, diye düşünüyorum.

Daha fazla detaya girmeden ilerleme kavramının hangi noktalara ulaşabileceğini yukarıda belirtmek istedim. Michio Kaku’nun büyük hayranı olmasam da dört kitabına sahibim. Kendisinin de sıkça bahsettiği devamlı hızlanan teknolojik ilerlemeler ile yakın gelecekte nasıl bir dünyada yaşayabileceğimiz, hayal sınırlarımızı oldukça zorlar hale geldi. “Moore Yasasi” (Moore’s Law) teknolojik ilerlemenin nasıl bir ivme ile hızlandığını bize en kolay anlatan yasalardan biridir. Moore Yasası’na göre 1800 yılından önceki 6000 yıllık süreçte insanlığın öğrendiği tüm bilgileri bir torbaya koyduğumuzu düşünecek olursak, 1800 ile 1900 yılları arasındaki 100 yıllık süreçte, insanlığın öğrendiği bilgileri de bir torbaya koyduğumuzda bu iki torbanın bilgi ağırlıklarının birbirine eşit olduğu kabul edilir. Yani 6000 yıllık süreçte öğrenilenler, 100 yıllık süreçte öğrenilen bilgilere eşit geliyorlar. 1900 ile 1950 arasındaki 50 yıllık süreçte öğrenilen bilgiler de aynı ağırlığı veriyor. Ve sırasıyla 1970, 1980, 1985,1987… ve günümüzde her ay (!) bir o kadar ağır torba dolusu bilgi gün yüzüne çıkıyor. Bu da bize teknolojinin nasıl ivmelenen bir hız ile ilerlediğini gösteriyor. Tabi ki teknolojiyi uygulayanın ve kullananın niyetine göre bunun faydası da değişecektir fakat bu yazının konusu bu olmadığı için bu kısmı şimdilik geçiyorum.

Geçmişe baktığımızda, barutun keşfi, endüstriyel devrim, sanayileşme, internet, DNA ve daha saymakla bitmeyecek önemli kesifler yaşamlarımızı ciddi ölçüde değiştirdi. Peki biz bu ivmelenen hızla ilerlersek yakın gelecekte nasıl bir hayat sürüyor olabiliriz? Yukarıda yazdığım medeniyetlerin sadece birincisine ulaşabilsek ve güneş sistemimiz içindeki gezegenlere insanlı seyahat edebiliyor olsak neler yapabilirdik, bir düşünün. Diğer gezegenlerde ya da uydularında canlı organizma bulma ihtimalimiz bir hayli yüksek olurdu! Ki bilim adamları, elimizdeki mevcut veriler ile Jüpiter’in dört büyük uydusundan biri olan Europa’nın organik yaşam için uygun şartlarının bulunabileceğini şimdiden düşünüyorlar…

Diyelim ki X bir gezegene ya da uydusuna gittik ve oradaki koşullarda yasayabilecek organizmaları yaratıp oraya bıraktık. Ki bu teknolojiyi beklemeye gerek yok, zira şu an mevcut teknolojimiz, klonlamadan tutun da DNA manipülasyonu ile farklı “şey”ler yapabiliyor durumda. Siz belki gazetelerde baş sayfada bunları görmüyorsunuz ama bu bahsettiğim artık bilim kurgu olmaktan çıktı!

“Tanrı’nın yaşamı yarattığı dili bugün öğreniyoruz.” Bill Clinton

Bir de bunun 600, 700 yıl sonrasını düşünün. Ya da 2000 yıl sonrasını düşünün. Hayal etmesi güç olacaktır ama belirli, farklı iklim ve atmosfer koşullarında yaşamasına olanak verecek organizmaların süreç içerisindeki gelişimlerinin gözlemi ve ilgili araştırmalar bizi bir ileri seviyeye taşıyacaktır ve zeki canlıların da mevcut koşullara uyum sağlayabilecek şekilde gelişmelerine izin verecek deneme süreçleri kaçınılmaz olacaktır.

Tabi ki bu aktiviteler çok farklı perspektiflerden sorgulanacak ve tartışılacaktır. Yaratma sürecine karşı çıkacak bir kesim illa ki olacaktır (ve belki de olmalıdır da). Ama ben burada işin etik tarafını tartışmak istemiyorum. Zira bugünün teknolojisinde, etik değerlerin uygulanması gibi bir sürece ben şahsen rastlamadığımdan dolayı, aynı çizgide ilerleyen bir süreci konu alıyorum şu an. Bunu istiyorum demiyorum. Sadece buraya kadar geldiğimiz yoldan sapmadan, aynı yol ile devam ediyorum. Ve bu yolun tartışmaya açık olduğunu kabul ediyor ve belki bu yazının da, bu potansiyel tartışmanın geleceğine katkıda bulunmasını umuyorum.

Konumuza geri dönecek olursak, artık zeki canlıları(mızı) X gezegeninde gelişim süreçlerini izliyor oluyoruz. Tabi ki dışarıdan müdahale etmemek kaydı ile. Ancak işi çığırından çıkarırlarsa ve birbirlerini yok etmeye ya da düşüncesizce içinde bulundukları doğaya ve çevresine bir tehdit unsuru oluşturmaya başlarlar ise o zaman ancak müdahale edebilecek noktaya gelmiş oluruz. O zaman da duruma göre, ufak birkaç ders ve dışarıdan manipülasyon ile devam etmelerini sağlayabiliriz(!) ya da bu deneme başarısız oldu deyip, yeni bir deneme yapmak isteyebiliriz. İnsanların günümüzde boksörleri ya da köpekleri aynı kafeste kavga ettirerek icat ettikleri görece popüler oyunların bir benzerini biz de gelecekte yine oyun adı altında başka yerlerde yapıp teknolojimizin hor kullanılmasının ipinin ucunu elimizden kaçırabilir miyiz acaba? Bir başka deyişle farklı arzular uğruna yeni medeniyetler yaratıp onlarla oynayabilir miyiz acaba? Ama canlı canlıya bunu yapar mi? Yapabilme potansiyelimiz, motivasyonumuz olur muydu? Bunları düşünmek bile yorucu.

Bu noktada senaryoların ve olanakların sınırı olmayacaktır. Şu an zorlasak dahi hayal bile etmemizin mümkün olmayacağı şeyler yapıyor ve üretiyor olacağız. Düşünün bir kere, bundan 200 yıl önce yaşayan birine deseniz ki “200 yıl sonra elinde tuttuğun ufacık bir aletin içinde istediğin insanı ve hemen hemen istediğin her şeyi görebileceksin ve bu alete istediğin her şeyi sorabileceksin ve sana cevaplar da verebilecek” ya da “kuş gibi cisimlere binip bulutların üstünden istediğin yere gidebileceksin” ya da “senden bir tane daha kopyalayabilecekler” gibi şeyler söyleseniz sizi şeytan zannedip yakabilirlerdi… Bu insanların zekası geri değildi. Sadece kalıplarının dışına çıkma konusunda esneklikleri yoktu ya da ileri görüşlü değillerdi. Peki siz kendi kalıplarınızın dışına çıkabiliyor musunuz? Çıktığınızda neler görüyorsunuz? Bu yazılanlar size umarım çok garip gelmiyordur. Az garip geliyor ise hiç sorun yok. Orta garip geliyor ise günlük televizyon dozunuzu kademeli olarak azaltmanızı tavsiye ederim. Çok garip geliyor ise de vaktinizi aldığım için özür dilerim.

Günümüze geldiğimizde, öyle zannediyorum ki geçtiğimiz çağlardan bugüne, teknolojinin bu müthiş ilerlemesi ve insanların etki alanları ve kapasitelerini ciddi oranda arttırmış olmalarına rağmen, temel içsel problemlerimizi henüz tanıyamıyor olmamız bizi hala kendimiz ile savaşan, doğanın ve yaşamın prensiplerini anlayamayan ve daha da önemlisi anlamak istemediğimiz bir noktada asılı tutmaktadır. Tabi ki bu sürecin doğal bir süreç mi yoksa manipülatif  bir süreç mi olduğu, yoksa her ikisinin de aynı yerden çıkıp çıkmadığı gibi önemli soruların yakın gelecekte gizeminin koşullu olarak ilgilenenlere ve ilgileneceklere kalkmasını umuyorum.

Bugüne kadar sorulan soruların cevaplarını kolektif olarak doğru alamadığımızı anlamak için çok derinlere bakmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Bu cevapların, bizi nasıl bir tüketim toplumuna çevirdiğini görmek mümkün. Fakat bu noktaya nasıl gelindiğinin de biraz araştırılmasının ilgilenenler için de faydalı olacağını düşünüyorum.

Sanırım teknolojik ilerlemeden ziyade, etik değerlerimizin ne şekilde gelişeceğine bağlı olarak geleceğimizin şartları şekillenecek. Mevcut noktada etik değerlerin gelişiminin henüz başında, hatta daha tam olarak gelişmeye başlayamadığımızı düşünüyorum. Bu alanda, yakın geçmişteki gelişim süreci datalarının erişim zorluklarından dolayı, yakın geleceğin etik koşullarının da nasıl şekilleneceğini tahmin etmek güçleşiyor. Bireyin seçimlerinin ve beklentilerinin önem kazandığı, bir o kadar değişimin de hız kazandığı kritik bir sürecin içerisindeyiz.

Belki de, geleceğimiz için, günümüzün sözde modern toplumlarında mevcut koşullarda büyümenin, öğrenmenin ve yaşamanın yarattığı illüzyonlardan etkilenme sürecinden nasibini almış büyüklerimizden değil de, bu sürece girmemiş ya da kendilerini bu illüzyonlardan görece temiz tutabilmiş insanların düşüncelerinden yararlanmamız faydalı olabilir mi dersiniz? Carl Gustav JungRudolf SteinerJoseph CampbellWilhelm ReichStanislav GrofDan Winter ve benzer isimlerin öğretilerini, bilgilerini ve hayat görüşlerini, özellikle toplumların yönetiminde söz sahibi olan insanların bilmesinin ve bunların üzerine düşünebilecek kapasiteye sahip olmalarının oldukça kritik olduğunu düşünüyorum.

Bilgi akışının hızlandığı ve bir o kadar da analitik, kritik ve esnek düşünme yeteneğinin önem kazandığı bir süreçte, tüm günümüz medeniyetinin bu süreç içerisinde, önümüzdeki yakın gelecekte kendine nasıl bir konumlanma yapacağını hep beraber göreceğiz. Böyle bir zamanda böyle bir sürece şahit olmak oldukça ilginç olacağa benziyor…

Kaynakhttp://tufanguven.wordpress.com
tufanguven
http://tufanguven.wordpress.com

Bu yazılar da ilginizi çekebilir


YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz