Zengin bir beslenmenin sağlığın önemli bir temeli olduğunu hatırlatmak amacıyla, beslenme uzmanları bize “yediğiniz olursunuz” derler. Beslenmek canlılığımızı güçlendirmektir. Eğer bakış açımızı birazcık değiştirirsek, biz ve bu gezegendeki bütün öteki canlılar “yediğimiziz” diyebilsek o zaman saf ışık oluruz.
Şunu bir düşünün: Yiyeceklerinizden elde ettiğiniz enerji, ister kemiklerin güçlenmesi veya dişlerinizi fırçalamak, ister bir ev yapmak veya tango dansı olsun her eyleminizin yakıtıdır. Ya besin? Ya doğrudan bitkilerden, köklerden, filizlerden, yapraklardan, tohumlardan ve meyvelerden ya da yaşamak için yediğimiz hayvanlardan gelir. Aslında gezegendeki her organizma, dolaylı ya da dolaysız bitkiler tarafından depo edilen enerjiye bağımlıdır. Peki bitkiler bu enerjiyi nerden alıyorlar? Güneşten tabii ki! Yeşil krallık içinde depolanan güneş enerjisi, sadece bitkilerin kendilerinin değil, aynı zamanda hayvanların, insanların, parazitlerin, mikropların ve ayrıştırıcıların da yer aldığı canlı bir piramidin geniş tabanını oluşturur. Hatta bizim petrole dayalı küresel ekonomimizin yenilenmez omuriliğini meydana getirir. Bu durumda anlamışsınızdır. Bütün yeryüzündeki yaşamın inanılmaz karışık ağı, güneş enerjisinin dönüşümüne dayanıyor. Biz hepimiz yediğimiziz, yani güneş ışığıyız.
Güneş ışığının kaç yoldan dönüştürüldüğüne bir bakın. Ağaçlar yeşil krallığın parçasıdır; keza şifalı bitkiler, çalılar, otlar, asmalar da öyle. Sularda yüzen, atmosferde sürüklenen, çıplak kayalarda kabuk bağlayan ve hatta kutup buzullarında yerleşik yaşayan sayısız tek hücreli organizmalar da öyledir. Bitkisel dünyanın içinde, yapıların farklılığı ve çeşitliliği tariflerin ötesindedir – hala güvenli “uygar” dünyamızın içinde, insanların çoğu, bize doğrudan görünen çok az türün farkındadır. Yemeklerimiz için yetiştirdiğimiz mısır, buğday, pirinç, patates, domates ve taneli sebzeler gibi ürünleri en çok tanırız. Modern tarım, en yakın kardeşimiz Dünyayı gerçekten besleyen çok sayıda bitki türlerinin sadece çok küçük bir bölümü çevresinde yapılanmıştır. Bitkilere dair bilgilerimiz, bahçelerimizi ve parklarımızı güzelleştirmek için kullanılan süs bitkileri ile sınırlıdır. Halbuki bunlar bitki türlerinin çok küçük bir yüzdesini temsil ederler. Bunun dışında bitki krallığının geriye kalan çoğunluğunun aşağılanan “yabani otlar” sınıfına atılmasını göz göre göre kabulleniyoruz. Yabani otlar, gereksinimimizin olmadığı, hoşlanmadığımız, kurtulmaya çalıştığımız “baş belası” bitkilerdir. Sanayimizin büyük bir kısmı onları yok etmeye çalışmaya gidiyor. Sadece ABD’de her yıl yabani otları kontrol etmek ve yok etmek için çevreyi kimyasallarla doldurmak için milyarlarca dolar para harcıyoruz.
Dünyaya daha yakın yaşayan insanların çoğu, kendilerini çevreleyen bitkilerle çok daha zarif ve içten bir ilişkiye sahiptir. Tropik Amerika’nın çoğu yerli halkı, örneğin, yetiştikleri çevredeki ormanları taklit ederek çok sayıda değişik türün beraberce karışmış olduğu tarlalar ekerler. Orta Amerika’da Mayalar arasında sekiz, oniki yaşları arasındaki kızlardan bazıları, yaklaşık bin değişik bitkinin adını ve genel kullanımlarını bilirler. Hayal edebiliyor musunuz? Böyle bilgiler bize inanılmaz gelebilir, ancak sadece bu sadece öncelikler sorunudur. Sağlığı ve refahı için bitkilere bağlı bir toplumda, şifalı otların kullanılışını öğrenmek günlük yaşamın bir parçasıdır.
Nerede yaşarsanız yaşayın bir zamanlar insanlar, bütün gıda ve tıbbi gereksinimlerini her gün aynısını gördüğünüz bitkilerden sağlıyorlardı. Gerçekten bizim en nefret ettiğimiz yabani otlar arasında bile birçok bitki oldukça yararlı olabilir. Karahindibaların mineral dolu olduğu ve karaciğer, böbrekler ve eklemler için hafif güçlendirici bir etkisi bulunduğu gerçeğini bir düşünün; oysa ki dünyanın çeşitli yerlerinde sırf lezzetinden dolayı yetiştirilir. Sinir otu, küçük kesikler ve sokulmalara karşı harika bir merhemdir. Yonca, geleneksel olarak kanserle savaşmak için kullanılır; yulaf sapı bir rahatlatıcıdır; mısır püskülü böbreklere iyi gelir ve dulavratotu bütün bedene canlılık verir. Aslında modern eczacılığın geneli, bitkilerde bulunan bileşimlerin kökenini araştırır. Bugün bile, Dünya Sağlık Örgütü gezegendeki insanların yaklaşık yüzde 80’inin temel sağlık ihtiyaçları için geleneksel bitki temelli ilaçlara bağlı olduğunu tahmin ediyor.
Gerçek şu ki dışarıda herhangi bir insanın öğrenmeyi umabileceğinden çok daha fazlası, yeşil bitkilerin koca bir dünyası var. Ama farklı açıdan bile olsa onların kullanılışını ve hatta adlarını öğrenmek zorunda değilsiniz. Tek ihtiyacımız olan şey, onlara saygıyla yaklaşmak için iyi bir niyettir. Nerdeyseniz olduğunuz yerden yavaş yavaş başlayın. Bitkiler de sizinle tıpkı ağaçlar gibi konuşacaktır.