Artık hastalığın insan vücudunda onlarca yıl birikmiş ve özellikle bağırsaklarda, kalın bağırsakta yoğun olarak bulunan bozulmuş, çürük kütlelerden kaynakladığını biliyorsunuz. Aynı şekilde, ne yememiz gerektiği konusunda bilgi sahibi olmanın tedavi için yeterli olmadığının da farkındasınızdır.
İnsan “gübresinin” esaslı bir şekilde arındırılmasının önemini, tanınmış uzmanların neredeyse hiçbiri bilmemektedir. Çocukluğundan bu yana mukus ve protein içerikli besinler sonucu, mide-bağırsak kanalları tıkanmış bir hastaya, sadece meyveyle beslenmesini önerdiklerinde, doğa onları yanıltacaktır. Onları, sonuçlar hakkında bilgilendirdim: Zehirler çok hızlı bir şekilde çözülerek kan dolaşımına karıştığında, çok ciddi sonuçlar ortaya çıkabiliyor, hatta ölüme neden olabiliyor. Sonra da bu kötü sonucun suçlusu olarak, insanlığın en doğal besini olan portakallar, üzümler, hurmalar vs. sorumlu tutuluyor!
Benim öğretilerim, meyve diyeti konusundaki bilgisizliğin, beslenme alanında çeşitli deneysel testler uygulayan diğer uzmanların “handikabı” olduğunu kanıtlıyor. Binlerce defa aynı yakınmaları işittim, hatta genç ve görünüşte sağlıklı insanlar tarafından: “Gittikçe güçsüzleşiyorum!” Ve ben hariç, neredeyse bütün uzmanlar, “Tabii ki, çünkü sizin daha fazla proteine ihtiyacınız var, en azından fındık yiyin” diyorlar.
Aynı problemle ilgili uyguladığım çeşitli deneylerde, yüzlerce defa bu handikabı aşmaya çalıştım. Böbrek (Brightsch) hastalığımdan ve tüberküloza yatkınlığımdan dolayı İtalya’da geçirdiğim iki yıllık kür sırasında oruç tutarak sıkı bir mukussuz diyet uygularken, orada yetişen en güzel ve en tatlı üzümlerden bir kilo yemiş, 2 litre de suyunu içmiştim. Hemen ardından kendimi sanki ölecekmişçesine kötü hissetmiştim! Korkunç bir durumdaydım; kalp çarpıntısından, bitkinlikten ayağa kalkacak halim kalmamıştı. Uzanmak zorunda kalmıştım ve midemden, bağırsaklarımdan korkunç bir ağrı yükseliyordu. Ve bu durum, on dakika sonra mukuslu, köpüklü bir ishal ve üzüm suyuyla karışık ekşi kokulu, mukuslu bir kusmukla son bulmuştu. İşte asıl önemlisi bundan sonra gerçekleşen olaydı. Kendimi öylesine güçlü, öylesine harika hissediyordum ki, hemen ardı ardına 326 diz kırma hareketi ile kol egzersizi yapmaya başladım. Bütün tıkanmalar bertaraf edilmişti!
Ben, insanoğlunun “pişmiş” besinlerle yaşamaya başlamadan önce, prehistrorik çağda (cennet çağında) “Cennetin ekmeği” dediğimiz meyveleri yediği zamanlar nasıl bir varlık olduğunu gösterdim.
İnsan yaşamının trajedisi olan “kötü ruhu” ve onun nasıl bertaraf edilebileceğini ve edilmesi gerektiğini gösterdim. Ancak bu şekilde insanoğlu yine o cennetsel sağlığa, mutluluğa kavuşabilir. Ve ancak bu bağışıklıkla hastalıklara karşı koyabilir.
Yeryüzü cenneti, Tanrı’nın bahçesi, şayet gerçekten bir zamanlar var olduysa, o bahçe mutlaka bir “meyve bahçesiydi“. Binlerce yıldır insanoğlu yanlış bir medeniyet tarafından “alnının teriyle kazanmak” uğruna yanlış besinler üreterek habersizce intihara sürüklenmiş, köleleştirilmiştir. Doğal olmayan besin, hastalıklara ve ölüme neden olur.
“Tüm dünyada barış, mutluluk ve adalet” henüz bir hayal. Binlerce yıl boyunca, Tanrı, cennet, günah, şeytan, cehennem gibi kavramlar, mantıklı bir akıl için pek kabul edilebilir şeyler değildi. Zamanımızın bahtsız insanı, Tanrı’yı bağışlayıcı, iyi bir baba gibi gördüğü için doğadaki tüm Tanrı kurallarına karşı gelirken, bir yandan da hiç cezalandırılmadan cennete adım atabileceğine inanıyor.
Ben sadece cennet bahçesinin mümkün olabileceğini değil, her ne kadar dejenere olmuş varlıklar olsak da, aynı zamanda bunun kesinlikle gerekli olduğunu ve hayatın her türlü sefilliğinden gerçek anlamda kurtulmanın ve iyileşmenin ilk adımı olduğunu da kanıtladım. Hastalığın, kederin, sıkıntının, nefretin, kavganın ve cinayetin bilinmediği, ölümün ve doğal olmayan şeylerin olmadığı bir yer olan cennete nasıl gidileceğinin yolunu gösterdim.
“İnsan ne yiyorsa odur” sözü, bir filozofa ait en anlamlı ve isabetli sözdür.
Değeri ölçülemeyecek boyutta işe, zamana, paraya ve enerjiye mal olan tüm kayıplarıyla medeniyetin yaratmış olduğu din ve felsefelerin çoğunun yalnızca varsayımlardan ibaret olduklarının artık farkına varmışsınızdır. “Yeryüzü cennetinin sihirli formülü” şöyle olmalı:
“Cennete giden yol boğazdan geçer“. Fakat meleklerin alevli kılıçlarla koruduğu o kapıdan geçebilmeniz için önce orucun ve şifalı diyetin Araf’ından (arındırıcı ateşten) geçmek zorundasınız. Bu arınma, kendi bedeninizde uyguladığınız “yaşam ateşiyle” gerçekleşen fizyolojik bir arınmadır! Binlerce yıldır doğal olmayan bir hayatın yol açtığı ölüm kalım savaşından hiç kimse kurtulamamıştır ve günün birinde bu savaşla siz de karşı karşıya kalacaksınız.
Fakat hayatın bu büyük ve önemli hakikatini kavramış olan benim, sizin gibi başka insanlar da bilgisizliğin karanlığından sadece zihinsel olarak uzaklaşmakla kalmamış, aynı zamanda habersizce intihara giden yoldan da uzaklaşmışlardır. Bizler yeni medeniyet ışığına giden yolun başında bulunuyoruz ki bu ışık, bedensel yenilenmenin ışığıdır. Bu ışık, bizi daha ileri bir zihinsel ve ruhsal dünyaya götürecektir.