Yabancılaşma, Marx felsefesinin en önemli buluşlarından biridir. Yabancılaşma, insan’ın insan olmayan’a dönüşmesini kapsar (Beşerilik, gayri beşeriliğe dönüşmektedir). İnsanın iç diyalektiği, kendisiyle de zıtlaşarak gelişmesini gerektirmektedir. Bu bakımdan yabancılaşma zorunludur. İnsan, canlılar tarihinde ilk kez doğa’yı üretmiş ve doğaya egemen olarak insanlaşmıştır. Nasıl her sentez kendi tez ve karşıtez’lerini içinde taşımaktaysa, insan da öylece doğalığı (Tabiatı, hayvanlığı da denebilir) içinde taşımaktadır. İnsan, kendini, bu iç çelişkisiyle üretmekte, oluşturmaktadır. Diyalektik gereği, örneğin nasıl adalet adaletsizliğe dönüşerek daha üstün bir adalete ulaşmaktaysa, insan da insandışı’lığa dönüşerek (Yabancılaşarak) daha üstün bir insanlığa doğru oluşmaktadır. İnsanın kendisine karşı yabancılaşması (farklılaşması, başkalaşması), insanlık dışı olaylara yol açar. Kavgalar, savaşlar, öldürmeler başlar. İnsanın bütün ürünleri ve eylemleri de yabancılaşır; insanın kendi emeği, insanı bağımlı kılar ve sömürür. İnsanın kendi düşüncesi, örneğin bir din biçiminde belirerek, insanı egemenliği altına alır. İnsanın kendi ürünü, örneğin para biçiminde ortaya çıkararak, insanı köleleştirir.
FETİŞ’ler meydana gelir. İnsanın kendi ürünleri – eylemsel olsun, düşünsel olsun – insandan koparak bağımsızlaşırlar ve insana egemen olmaya başlarlar. Din, devlet, çeşitli ideolojiler, mallar bu fetişlerin en belli örnekleridir. İnsanlar, kendi yarattıklarını fetişleştirerek tapmaya başlarlar, kendi ürünlerinin kölesi olurlar. İnsanın yabancılaşması, böylelikle daha çok belirir ve yeni bir senteze daha çok yaklaşır. İnsan, kendi içindeki yabancı’da gelişir ve daha üstün bir insanlığa doğru yol alır. Diyalektik yöntem, Marx’a gelinceye kadar, din ve ahlak açılarından değerlendirilmeye çalışılan – çelişmenin kendisiyle açıklanacağı yerde, çelişmelere düşülerek açıklanmaya uğraşılan – insanın bu zorunlu gelişmesini bütün açıklığıyla gün ışığına çıkarmıştır. Yabancılaşma, yabancılaşmanın aşılmasıyla çözülecektir. İnsan, kendi ürünlerine yeniden ve daha üstün bir güçle egemen olacaktır. Yabancılaşma, insanın kendi ürününde kendini yitirmesi (inkar etmesi)dir. İnkarın inkarı, yeni insan’da gerçekleşecektir.
Yabancılaşma olayını diyalektik formüle şöyle bağlayabiliriz: doğa tezi, insanlaşma karşı teziyle çatışarak yabancılaşma sentezini doğurmuştur. Her sentez yeni bir tez olduğuna göre, yabancılaşma tezi, yabancılaşmanın bilincine varılması karşı teziyle çatışarak insanın kendi ürünlerine yeniden ve daha büyük bir güçle egemen olması sentezini doğuracaktır.
Yabancılaşma, en yüksek çizgisini Kölelik düzeninde bulur. Sosyal yapı, iç zıtlaşmasına, Efendilik – Kölelik uçlarında ulaşmıştır. Her iki uç da, insanlığa olabildiği kadar yabancılaşmışlar, insandışı birer varlık olmuşlardır. Baskıcı, sömürücü, katı yürekli, kırbaçlayıcı efendiler birer vahşi hayvan; ezilen, sömürülen, aptallaşmış, kırbaçlanan köleler birer evcil hayvan gibidirler. Köleler artık birer insan değil, birer maldırlar. Pazarları vardır, alınıp satılmaktadırlar. İnsan emeği, hayvan emeğine dönüşür. Bu zıtlaşma, zorunlu olarak, yeni bir sentezi gerektirir. Emeğin verimi düşer ve bu verim düşüklüğü efendilerin efendiliğiyle zıtlaşmaya başlar. Sentez, hayvansal kölenin toprak köleliğine dönüşmesiyle sonuçlanır.
Derebeylik düzeni (feodalite), toprak köleliğine (serf) dönüşmüş bulunan eski kölelere yeni bir çatışma getirir. Yeni düzenin yeni üretim ilişkileri, emeğin veriminden köleye de bir pay ayırmaktadır. Köle, gene efendisine bağlı ve onun malı olmakla beraber, iş süresinin küçük bir parçasında kendisi için çalışmaktadır. Azatlanmış kölelerden Kolon’lar (küçük toprak sahipleri) meydana gelmiştir. Kolonlar, Derebeylere çeşitli angarya ve vergilerle sımsıkı bağlıdırlar. Ama az da olsa kendileri için de çalışmakta olmaları karşı tezi, Yabancılaşma teziyle çatışır ve emeğin veriminin artması sentezine girer. Kolon’ların adları artık köle değildir ama toprakla birlikte alınıp satılmaktadırlar ve eski kölelerin, pek az bir başkalıkla, ekonomik durumunu sürdürmektedirler. Yeni sentez, emeğin veriminin artması, efendilerin yabancılığı karşı teziyle çatışmaya başlar. Bu çatışma Derebeylik düzenini yoğunlaştırır ve büsbütün oluşturur. Gelirin artması, ihtiyaçların çoğalmasını gerektirir ve efendiler blokunda bir çeşit ilkel lüks doğar. İlkel lüks, diyalektiğe katılınca, karşılıklı zıtlaşmalar ve yeni oluşmalar sonucu küçük el sanatları ve ticaret gelişmeye başlar. Burjuvaların ilk tohumları olan küçük kapitalistler sınıflaşır ve Derebeylik düzeninin sosyal çatışmasına girerler.