Terkedip gitmek, yalnızca Hindistan’ın yogileri tarafından değil, Platon, Aristoteles gibi klasik Yunan filozofları, Romalı stoacılar, erken Hıristiyan kilisesinin çöllerde yaşayan ve sondan bir önceki yol olarak çileci keşişlik düşüncesini geliştiren rahipleri tarafından da tercih edilen bir yaklaşımdır. Bu düşünce, öz olarak “Mutlu olan kişi, mutlu olmak için en az şeye ihtiyaç duyan (en az bağımlılığı olan) kişidir“, diyen Platon tarafından en iyi şekilde ifade edilmiştir.Bağımlılıkları azaltma yöntemi, bağımlılık sayesinde büyüyen egonun fırsatlarını azaltarak egoyu aç bırakmak veya sindirmek düşüncesine dayanır. Bir balona artık hava vermezsek, sonunda söner.
Günümüzün ticari kültüründe bu durum, toplumun çoğunluğunun yöneldiği tarafın kesinlikle tam tersine yönelmeyi gerektirir. Toplumun yapısına aykırı olmak, her şeyi terkeden kişini az ya da çok ölçüde yaşamının bir parçası olmuştur; bugün terkedişi daha da büyük bir meydan okuma haline getiren belli etmenler vardır. Paranın kullanımı Fenikelilere ve Yunanlılara dayansa da, yaşamın sürdürülmesi için gerekli bir şey haline dönüşmesi ancak son yıllarda olmuştur. Boş alanlar daha önce hiç bu kadar prim yapmamıştı. Bugün, nerdeyse bütün araziler tek tek kişiler, şirketler veya hükümetler tarafından sahiplenilmiş durumda. Hiç açık araziler yok. Bir insan eski zamanlarda olduğu gibi, basit bir şekilde ormana gidip inzivaya çekilemez. Bugünün “inzivacıları” genel olarak, sıkı bir şekilde düzenlenmiş ve örgütlenmiş, ancak kendi engellerine de sahip olan bir yaşam tarzına uymak zorunda oldukları aşramlarda, dergahlarda ve manastırlarda yaşıyorlar.
Daha esaslı ve evrensel olan bir sorunun karşısında sönüp giden bu sorunun kültürel unsurları kadar zor ve önemli olan bir etmen de şudur: Bağımlılık aslında fiziksel değildir, tersine zihinsel ve duygusal bir olgudur. Ego, ismin üzerine kurulmuş zihinsel bir yapıdır. Fiziksel gerçekliğe dayanmayan bir düşünce soyutlamasıdır. Dıştaki fiziksel dünyanın yönlendirmeleri, birinin fiziksel olarak sahip olduklarını veya insani engelleri azaltmak gibi, bağımlılığın içsel mekaniklerini değiştirebildiği ölçüde önemlidir yalnızca.
Sahip olunanların miktarını veya sorumlulukları azaltmak, ego bağımlılığından kurtulmak anlamına gelmez. Tersine, ne kadar “bağımsız” veya “ruhsal” olduğumuzu algıladığımız oranda egonun büyümesi veya şişmesi gibi bir gelişme oldukça mümkündür. “Ruhsal ego“, maddeye sıkı sıya bağlı egodan daha sert olabilir. Ruhsal aydınlanmayı arayan kişiler için basit bir yaşam tarzı tercih edilebilir olsa da bu, bağımlılıktan kurtulmanın garantisi değildir asla.
Şu halde, terk etme yolunun iki sorunu vardır: Birincisi, toplumsal yaşamdan uzaklaşmamızı gerektirir. Yalnızca maddi şeylere sahip olmaktan değil, toplum içinde sorumlu bir mevki sahibi olmak kadar, karşı cinsten de kaçınmamız gerekir. İkincisi, mevkilerimizle ilgili geliştirdiğimiz kibir gibi, toplumsal yaşamla ilgili meşguliyetlerimizi terk ettiğimiz için kibirlenmemiz mümkündür.