Her şeyin bir başlangıcı, bir de sonu vardır. Eğer bu başlangıç ve son aynı noktada birleşiyorsa, o birleşme noktası esas, gerisi teferruattır. Kainat da bu kuralın dışında değildir. Onun da bir başlangıcı vardır. İşte “nokta-yı kübra” diye kabul edilen o başlangıç noktasına “Allah” denir.
Allah’ın varlığının en kesin delili, kainatın mevcudiyetidir. Nasıl bir resim ressam olmadan meydana gelemezse, kainat da bir Yaratan olmasaydı meydana gelemezdi. Burada ressam asıl, resim gölgesidir.
Elle tutulup, gözle görülemeyen bir şey, ancak örnekle anlatılabilir. Mesela, elektrik elle tutulmaz, gözle görülmez, fotoğrafı çekilmez ama varlığı da inkar edilemez. Anlaşılması için eserlerini görmek gerekir. Eserleriyse ampulun yanması, buzdolabının buz yapması, vantilatörün rüzgar vermesi, sobanın ısıtması, fırının içine konanları pişirmesi, radyo ve televizyonun çalışması ve bunlar gibi daha birçok şeyin gerçekleşmesi, yani elektriğin bu esmalar altında fonksiyonlarını göstermesidir. Ceryan kesiliverdiği anda bu fonksiyonların kaybolması elektriğin varlığının delilidir.
Allah da böyledir ve en büyük enerji kaynağıdır. Her şey enerjisini O’ndan alır. O, enerjisini çekiverdiği anda da her şey biter. Burada bizi yanıltan husus, eşyayı görüp ona varlık veriyor olmamızdır.
Allah’ın eserlerinin başında kainat ve onun özeti olan insan gelir. Hiçbir şey yoktan var olamayacağına göre, bunların varlığı ancak var olan bir yaratıcı olmasıyla mümkündür.
Allah, her olayda Kendi’ni kullarına bildirmektedir. Bazılarımız kaza geçirip ölümden dönmüş, pek çoğumuz kaç kez hastalanıp iyileşmiştir. O kişileri kurtarıp, onlara şifa veren kimdir? Kim olacak, Yunus Emre’nin “Bir ben vardır bende, benden içeri” diyerek ifade ettiği, her yerde hazır ve nazır olan Varlık!…
Eğer o Varlık olmasaydı, ne kainat olabilirdi, ne de onun özeti olan insan… Onun için kainat ve insan, Allah’ın, varlığını en güzel ispatlayan eserleridir.
Allah olmasaydı insan bulunmazdı
İnsan olmasaydı Allah bilinmezdi
sözü bu gerçeğin ifadesidir.
Allah’ın kainatı ve insanı yaratmasının nedeni, bilinmek istemesidir. Kainat, bir sıfattan, yani bir elbiseden ibaret olduğu için Allah’ı bilemez. Kainatta dağınık olarak bulunan akıl, zati olarak latif olan insanda toplanmış ve insan bu akılla hem kainatı hem kendini hem de Allah’ı bilmiştir.
Allah, sadece kainatı yaratmakla kalmamıştır. Onu yöneten, perde arkasından idare eden de O’dur. Bu olay Karagöz oynatmaya benzer. Biz perde arkasındaki oynatıcıyı göremeyiz, sadece perdedeki gölgeyi görür ve o gölgenin hareketlerini takip ederiz. Halbuki esas iş, o gölgeyi oynatanda ve o gölgenin ağzından söz söyleyendedir. Allah’ın durumu da böyledir. Böyle olduğunu bizzat yaşatarak öğretmektedir.
Çünkü Allah’ı bilmek, O’nun içinde yaşamaktır. Bu da ancak, Allah’ın o kişiye o mertebeyi bahşetmesiyle mümkün olabilir ki, buna tasavvuf dilinde “hakikate ermek” denir. Hakikate erip O’nu bilen de Allah’ı göremez, ama her gördüğü yüzün O’nun yüzü olduğunu idrak edeceği için “Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır” ayeti o kişide gerçekleşmiş olur.