Tarikat Nedir?

0
616

Tarikat, Tarıyk, Arapça’dır ve “yol” anlamına gelir. Sufilere göre dinin bir dış yüzü, bir de iç yüzü vardır. Dış yüzü, lügat bakımından, ırmağın su içilecek yeri anlamına gelen “şeriat”tir. Terim olarak din ve şeriat, semavi emirlerin tümüdür ki bunlar da, inançlar, ibadetler ve dünyaya ait işler olarak üç kısma ayrılır. Bunlardan birini bile inkar etmek küfürdür. Dinin iç yüzü ise bilişin, görüşün ve oluşun gerçekleşmesidir; buna “hakıykat” (hakikat) denir. Şeriattan hakıykate manevi bir yolla gidilir. Bu gidişe “süluk”; yani manevi bir yolculuk, manevi yolcuya da “salik” derler.

Tarikatler pek çoktur. Her tarikatte, müride bu manevi yolculukta önderlik eden şeyhe, doğru yola götüren, irşat eden anlamında “mürşid” denir. Mürşide bey’at edip tarikate giren kişi de salik sayılır. Şeyh, sülukunu bitirmiş kişidir; “halife” denen birisinden, bu mertebeye erdiğine dair icazet almıştır; yani diplomalıdır. Bu bakımdan, hemen her tarikatte aşağıdan yukarıya şu dereceler vardır:

  1. Mürid, salik
  2. Şeyh
  3. Halife
  4. Pir

Bazı tarikatlerde, müridle şeyh arasında “nakıyb” denen ve adeta şeyh vekili olan biri de bulunur ki bunun vazifesi, zikir törenini idare etmek, müritlere rehberlik eylemektir. Bu, fütüvvetten geçmedir.

Mevlana Celaleddin, Mesnevi’sinin V. Cildinin önsözünde der ki:

“Şeriat muma benzer; yol gösterir; ele mum almadan yol alınmaz, yoldan geldin mi, bu gidişin, bu yürüyüşün tarikattır. Ulaştın mı, gideceğin yere vardın, maksadına eriştin mi, bu da hakıykattir. Bunun için demişler ki: Gerçekler meydana çıktı mı yollar biter. Nitekim bakır altın olur, yahut aslında altındır da onun kimya bilgisine, bakırı altın yapmak ilmine, kendisini kimyaya sürmeye ihtiyacı yoktur. Kimya şeriattir; kimya ile altın olmak tarikattır, hani “varılacak yere ulaştıktan sonra kılavuz aramak, abes bir iştir; fakat ulaşmadan kılavuzu bırakmak da kötüdür” demişlerdir ya… Hasılı şeriat, ustadan, yahut kitaptan kimya öğrenmektir; tarikat, ilaçları kullanmak, bakırı kimya ile ovmaktır; hakıkaytse bakırın altın olmasıdır. Kimya bilenler, “biz bu bilgiyi biliyoruz” diye sevinirler. Kimyayı kullananlar, yapanlar, “böyle bir iş yapmadayız” diye sevinç içindedirler. Fakat hakıkaytı bulanlar, “biz altın olduk, kimya bilgisinden de kurtulduk, kimya yapmaktan da” diye sevinmedelerdir. Biz Allah’ın, azat edilmiş kullarıyız, derler; “her bölük, kendisinde bulunana razı olup gitmiştir” yahut da şeriat, tıp bilgisini öğrenmeye benzer; tarikat, tıp hükmünce perhiz etmek, ilaç kullanmak, ebedi olarak sağlığı, esenliği elde etmek, sonra ikisinden de vazgeçmek, ikisini de boşlamaktır. İnsan, şu yaşayıştan geçti, ölüp gitti mi, ondan şeriat de kesilir tarikat de; fakat hakıykat kalır. Hakıykate sahipse “ne olurdu, kavmim de bilseydi ne yüzden rabbimin beni bağışladığını” diye nara atar. Ama sahip değilse, “keşke verilmeseydi kitabım ve keşke bilmeseydim, nedir hesabım; keşke ölümle olup bitseydi her işim; bir fayda vermedi bana mallarım; helak olup gitti gücüm kuvvetim” diye bağırır. Şeriat bilgidir; tarikat iş güç, kulluk; hakıykatse Allah’a ulaşmaktır. “Artık rabbiyle buluşmayı uman, iyi işlerde bulunsun ve rabbinin kulluğunda hiçbir kimseyi eş tutmasın.”

Bütün bunlardan sonra şunu da söylememiz gerek:

Yukarıdaki sözlere bakıp da hakıykate ulaşanların, tam bir hürriyete kavuşacaklarını, artık kulluğa lüzum kalmadığını sanmak yanlıştır; son sözler, böyle bir düşünce doğurabilir. Fakat hakıykate ulaşan, biliş ve görüş derecelerini aşmış, oluş derecesine varmıştır; onun kulluğu, oluş derecesine ulaşanların kulluğudur. Amelde bir fark yoktur, anlayışında, duyuşunda, kendini kulluğa verince kendinden geçişinde fark vardır; hakıykate ulaşan, şeriatle hakıykati birleştiremezse tam olgunluğa varmış sayılamaz. Bu birleştirmeye “marifet” derler ve bu durak; en yüce duraktır. Hakıykatte kalan, kendisinde değildir; Tanrı varlığında yok olmuştur. Orada kalırsa zevki, ancak kendisine aittir. Oradan döner de tekrar şeriat durağına gelirse olgunluğa ulaşır ve tattığı zevki, başkalarına da tattırır.

KaynakAbdülbaki Gölpınarlı,'Tasavvuf'
Fani
Alem ancak ilimle anlaşılabilir. İlim arttıkça da alemler değişir ve çoğalır. İşte biz bu ayrı ayrı alemleri süratle bir noktada toplayabildiğimizde insan oluruz.

Bu yazılar da ilginizi çekebilir


YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz