Ardımda Bob, pamuk tarlasını dolaştım. Bob iri bir av köpeği; az ilerde oturan Joyner’lerin küçük köpeği Sandy ve sahipsiz birkaç köpek de bizimle birlikte (bütün köpekler sever beni), ormanın kıyısına ulaşıyoruz. Geçen ilkyazda orda, yavru bir çam ağacının altında meditasyon yapmak için gide gele küçük bir patika oluşturmuştum. Hala duruyordu o patika. Orman beni buyur etmeye hazırdı kapısından, az aralıklı uzunca iki çam fidanı bir geçit oluşturmaktaydı da… Oradan her geçişimde ellerimi kavuşturup eğilir ve ormanın güzelliklerini bahşettiği için Avolakitesvara’ya şükranlarımı sunardım. Geçitten girip, ay ışığında bembeyaz Bob’u izleyerek yavru çamıma yürüdüm, oturmak için ağacın altına yaydığım otlar samanlar hala orda duruyordu. Pançomu düzeltip ayaklarımın altına aldım ve meditasyona oturdum.
Köpekler de önayakları üzerinde meditasyondaydılar. Hepimiz tam bir sessizlik içindeyiz. Ortalık donmuş bir mehtaba bürünmüş, sessiz. Soğuğun kutsadığı saf bir sessizlik. Olsa olsa beş mil ötedeki Sandy Cross’ta bir köpek havlamakta. On iki mil uzakta geceleyin 301’den geçen koca kamyonların çok ama çok hafif gelen uğultuları bir de… Ve tabii bir de kuzeye ve güneye, New York’a, Florida’ya giden Atlantic Coast Line yolcu ve yük katarlarının ara sıra işitilen dizel homurtuları… Kutsanmış bir gece. Birden bomboş, düşüncesiz bir dalınç haline geçiyorum ve anlıyorum: “Bu düşünce durmuştur.” Ve içimi çekiyorum, artık düşünmeme gerek yok; tüm gövdem tatlı, kutsanmış bir erince girmiş, her yanım gevşemiş, bütün bu düşün, düşleyenin ve düşlemenin kendisini içeren fani dünyayla tam bir uyum ve barış içindeyim. Bir yandan da türlü türlü düşünceler, örneğin: “Ormanlıkta bencileyin sevecenlik uygulayan bir kişi, bu dünyadaki tüm tapınaklardan evladır.” Uzanıp okşuyorum Bob’u, dönüp sevinçle yüzüme bakıyor. “Bu köpek gibi bütün yaşayan ve ölen yaratıklar, ben de dahil, kalıcı değiliz, kendimize özgü bir varlığımız da yok; bir varmışız bir yokmuşuz. Tanrım, var olmamız imkansızdır o halde. Ne acayip şey, tam bizlere layık ve hakkımızda en hayırlısı da bu! Bu dünya gerçek olsaydı ne korkunç olurdu ya! Ölümsüz olurdu o vakit.” Naylon pançom soğuktan koruyor beni, minik bir çadırdayım sanki; bağdaş kurmuş halde öyle uzun bir süre kaldım kış gecesinin ormanlığında; bir saat kadar sonra eve döndüm, salondaki sobanın karşısında ısındım, herkes uyumakta ve balkondaki tulumuma girip uykuya daldım.