Sevgiyi Yıkan Korkudur

0
505

Özgürlüğe duyulan isteğin temelinde korku yatar. Çünkü özgürlük tam ve mutlak bir güvensizliği beraberinde getirebilir ve insan tamamen güvensizlik içinde olmaktan korku duyar. Güvencesizlik, en tehlikeli olgu olarak görünüyor; her çocuk, ilişkilerinde bir güvence arar. Ve büyürken, güvence ve belirlilik talebini nesneler, insanlar ve düşüncelerle olan bütün ilişkilerimizde sürdürürüz. Güvenlik isteği, kaçınılmaz olarak korkuyu besler ve korku içinde olmamız nedeniyle, ilişkili olduğumuz şeylere gittikçe daha fazla bağlanırız. Şu halde burada özgürlük ve korku sorunu ve korkudan, sadece fiziksel olanından değil, psikolojik olanından da, yalnızca yüzeysel olanından değil, daha derinlerde aklımızın karanlık köşelerinde, hiç nüfuz edilmemiş gizli kıvrımlarında yer edinmiş korkulardan da tamamen kurtulmanın imkanı olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor. Zihin nihai olarak tamamıyla korkudan özgür olabilir mi? Sevgiyi yıkan korkudur, bu bir teori değildir; bütün ilişkilerde tedirginliği, bağlanmayı, sahiplenmeyi, baskın çıkmayı ve kıskançlığı yaratan korkudur. Gittikçe artan nüfuslarıyla kalabalık şehirlerde büyük güvensizlik, belirsizlik ve korkunun mevcut olduğunu gözlemleyebilirsiniz. Ve şiddet, kısmen bundan kaynaklanmaktadır. Korkudan, korkudan kaynaklanan bir karanlığın gölgesi üzerinize düşmeden bu salondan dışarıya adımınızı atabilecek kadar korkudan özgürleşebilir miyiz?

Korkuyu düşünce beslemektedir, geçmiş ve gelecek düşüncesi; bir sonraki dakika, gün ya da on yıl sonrası olarak gelecek olgusu; onu, düşünmek suretiyle bir olay haline sokarız. Ve dün yaşanan zevkli bir olayı düşünmek, bu zevke devamlılık kazandırır; o zevk cinsel, duygusal, zihinsel ve psikolojik olabilir; onu düşünmek çoğu insanın yaptığı gibi bir imaj kurmak, düşünce sayesinde geçmişteki o olaya bir süreklilik kazandırır ve daha fazla zevk üretir.

Düşünce zevk verdiği kadar korkuyu da doğurur; bunların her ikisi de zamanla ilgilidir. Yani düşünce, zevk ve acıdan (yani korkudan) oluşan bu iki yüzlü madalyonu üretir. Sonra ne yapılır? Olağanüstü önem kazanan, ne kadar aldatıcı olursa o kadar iyi olacağına inandığımız düşünceye taparız. İş dünyasında, dinsel hayatta, aile hayatında, kelimelerden oluşan bu çelengi, madalyonu kullanmaya gömülen entelektüel kişi düşünceye el atmaktadır. Bu entelektüel, zekice muhakeme yeteneğine sahip insanları nasıl da el üstünde tutuyoruz! Oysa düşünce, korkudan ve zevkten sorumludur.

Zevk edinmeyelim demiyoruz. İnzivaya çekilmiyoruz, onu anlamaya uğraşıyoruz ve tüm bu sürecin, işlemin gerçekten idrakine varıldığında, korku sona erer. Sonra zevkin tamamen farklı bir şey olduğunu görürsünüz. Özetlersek, düşünce bu ıstıraptan sorumludur; bir yanda ıstırap, diğer yanda zevk ve onun sürekliliği.

Kontrol etme, bastırma, farklı bir şeye dönüştürmeye çabalama ve kişinin kendi başına oynadığı oyunlara dalması yoluyla korku sona erdirilemez. Kişi tarafsız, objektif biçimde kendi içinde tüm bu duyguyu görür ve onu kavrarsa, düşüncenin kendisi der ki; “Hiçbir kontrol ve baskı olmadan, sessiz kalıp sakinleşeceğim.”

Böylece korku son bulmuş olur. Bu, üzüntünün bittiği ve kişinin kendisini anladığı (kendisini bildiği) anlamına gelir. Kendisini tanımadığı sürece üzüntünün ve korkunun sonu gelmez. Ancak gerçeklik ile yüzleşebilen bir zihin korkudan kurtulabilir.

KaynakJ. Krishnamurti, 'Kartalın Uçuşu'
kumdakiayakizleri
Bilgeliği doğrudan yaşamak, onun hakkında bir şeyler bilmekten daha önemlidir.

Bu yazılar da ilginizi çekebilir


YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz