[quote ]Bir kum tanesinde bir dünya görmek,
Bir vahşi çiçekte cennet.
Bir saat için sonsuzluğu ve ebediyeti
Avucunuzda tutmak. – William Blake[/quote]
Doğadaki güzelliğin özellikleri (bütünlük, uyum, ritim) sanatın da temel unsurlarıdır. Bu nedenle sanat, doğayı örnek alır. Sanat doğayı, benzerliği (gerçeğin zavallı kopyaları olarak) üreterek değil, desenleriyle, evrenin temelinde yatan deseni çağrıştıran bir pencere açarak örnek alır. Art yani sanat kelimesi Yunanca artunien yani “düzenlemek” kelimesinden gelir. Sanat, bütünlüğü, uyumu ve ritmi sayesinde aşkın gerçekliği apaçık gösteren talihli bir düzenlemedir. Sanat, görünmez olana göz atabildiğimiz bir pencere açar. Bir pencerenin var olması, ne herkesin ondan bakmak isteyeceği, ne de bakan herkesin görmeyi becerebileceği anlamına gelmez.
“Cennet’in Krallığı yeryüzüne yayılmıştır, ama insan onu görmez.” Thomas İncili
Yine de sanatı izlemek, doğayı izlemek gibi, gizemin açığa çıkması için bir araçtır. Eğer sezgi gözü açıksa, her iki yolda da yürüyebilir ve her ikisinin de aynı aşkın gerçekliğe ulaştığını görürüz. Eğer değilse, bütün bahisler kapanır. Blake’in doğanın izlenmesi konusundaki “Aptal bir adam, bir ağacı bir bilgenin gördüğü gibi görmez” sözleriyle, Çinli ressam Ching Hao’nun da sanatla ilgili olarak ifade ettiği gibi, bir uyarıda bulunuyor bize: “Hakikatle karıştırılmayacak olan bir görünüm var… Bu anlaşılmadıkça kişi yalnızca benzerliği çizecektir ama gerçek özü yakalayamayacaktır… Bir şeyin yalnızca biçimini resmedip ruhunu kaçırdığınızda, elde edeceğiniz şey bir benzerliktir. Gerçeklik, hem biçimi hem de ruhu yakalamak demektir. Ruh dışarıda bırakıldığında, biçim ölüdür.”
Günlük varoluşumuzda da durum aynıdır: ruh dışarıda bırakıldığında varoluşumuz da ölü olur. Sanatta ruhtan yoksunluk demek olan benzerlik, maya düşüncesine veya dış dünyanın çekiciliğine benzer. Glamour yani çekicilik, “büyülemek, büyü” demektir; maya ise “sihir, yanılsama” demektir. Egoyu benliğin kesin hali olarak görmek, bir büyü biçimidir; fiziksel dünyayı katı, durağan ve birbirinden ayrı parçaların gelişigüzel toplandığı yer olarak görmek, bir tür sihrin etkisi altında olmak demektir. Biçimlerin örtüsünü delip geçince büyüyü aşarız ve her şeyi -içeride ve dışarıda- kapsayan bilinçle bir oluruz. İç ve dışın, yüksek ve alçağın, iyi ve kötünün, kutsal olanla olmayanın vs. sadece zihnin koyduğu ayrılıklar olduğunu ve gerçeğin özellikleri olmadığını anladığımızda büyüyü bozmuş oluruz. Bu farkındalığa ulaşmak, genellikle büyük bir zaman ve çaba gerektiren bir sürecin veya ruhsal bir yolculuğun sonucuymuş gibi görünüyor. Ancak bütün bu süre boyunca farkındalık, insan bilincinin bir parçası olarak içimizde ikamet ediyor. Chu Hsi’nin dediği gibi, “Bizden ayrı önümüzde duran bir şey değil, tersine o zihinlerimizin içinde.“