Resim: “The Dream of a Eunuch” – Jean Lecomte du Nouy
Eski inanışa göre ruh, insan yaşamını özümlerdi; fiziksel ve uzamsal yapıya, yani bedene, gebelik sırasında girer ve onu son solukla birlikte terk ederdi. Ruh, uzamda yer tutmadığı ve yaşam verdiği bedenden hem önce hem sonra varolduğu için zaman alanında yer alır, ölümsüzlük niteliğini taşırdı. Bu inanış, bilimsel modern psikoloji açısından, katıksız bir yanılsamadır.
Ruh sözcüğü nerden geliyor? Almanca Seele (ruh), İngilizce’deki soul gibi, Got dilinde saiwala, eski Almanca’da saiwalo, eski Yunanca’da ise hareketli, alacalı, parıldayan anlamında aiolos idi. Eski Yunanca’daki psyche sözcüğü, “kelebek” anlamına gelir. Saiwalo, eski Slavca’daki sila sözcüğünden türemiştir: sila, “güç” demektir. Bu ilişkiler, Seele (ruh) sözcüğünün kökensel anlamını gün ışığına çıkarıyor: Ruh, hareketli bir güç, yaşam veren bir güçtür.
Latince’deki animus ruh ve anima can, eski Yunanca anemos rüzgâr sözcüğüyle aynı köktendir. Rüzgar anlamına gelen diğer eski Yunanca sözcük, pneuma aynı zamanda ruh anlamına da gelir. Got dilinde us-anan, ausatmen soluk vermek ve Latince’de an-helare güçlükle soluk vermek anlamındadır. Eski yüksek-Almanca’da spiritus sanctus yerini atum, atem yani soluk sözcüğüne bıraktı. Arapça’da ise rüzgâr anlamına gelen ruh ve rin sözcükleri var. Eski Yunanca psyche sözcüğünün yakın biçimleri ise şöyledir: Psycho üflemek, psychos serin, psychros soğuk ve physa körük. Latince, eski Yunanca ve Arapça dillerinde ruha verilen ad, hareketli rüzgar, “canların dondurucu soluğu” anlamlarına geliyor.
İlkellerde de ruh, “görünmeyen soluklardan oluşmuş bir beden” demektir.
Kolaylıkla anlaşılıyor ki yaşamın belirtisi olan soluk alma, hareket ya da hareketin yaratıcı gücüyle aynı değerde olan ruhu anlatmaya yarıyor. Bir başka ilkel inanış, yaşamın bir diğer belirtisi sıcaklık olduğuna göre, ruhu “ateş” ya da “alev” olarak kabul eder.
Garip, ama sık rastlanan bir başka inanış da ruhla adı özleştirir. Kişinin adı ruhu sayıldığından, yeni doğan bebeklere atalarının ruhunu yeniden canlandırmak için onların adı verilirdi. Bu inanış, parçayı bütünle, bilinçli Ben’i ruhla özdeş kılmaya yöneliktir.
Ruh, karanlık derinliklerle ve insan gölgesiyle öylesine sık karıştırılmıştır ki birine öldürücü saldırıda bulunmak isteyen onun gölgesine ayağıyla basar olmuştur. Bu nedenle, tam öğle zamanı (güney yarım kürede ruhların saati) tehlikeli saattir; gölgenin küçülmesi, yaşamın tehlikeye düşmesiyle eşanlamlıdır. Gölge, eski Yunanlıların synopados dedikleri şeyi belirtir. Bu, peşiniz sıra sizi izleyen bir şeydir, bir varlığın duyumsanmaz belirtisidir; ölenlerin ruhları da kimi zaman gölge olarak adlandırılmaz mı?
Bu açıklamalar, özgün sezginin ruh kavramını nasıl oluşturduğunu göstermeye yeterlidir. Ruh, bir yaşam kaynağı, doğaüstü ama nesnel bir varlık olarak beliriyor.
İlkel insan, yaşamın kaynağını ruhunun derinliklerinde duyumsar; yaşamını canlandıran ruhun işlerliğinin, varlığının en uç noktalarına dek uzandığını bilir. Bu nedenle, ruhu etkileyen her şeyi, niteliklerin büyülü kullanımlarını saflıkla kabullenir. Ona göre ruh, salt yaşamdır; yaşamına sahip çıkmaz, yaşamla olan tüm ilintilerinden bağımsız görür kendini.
Ruhun ölümsüzlüğü düşüncesinin bize ters gelse de ilkel deneyciliği şaşırtıcı hiçbir yanı yoktur. Kuşkusuz, ruh tuhaf bir şeydir. Uzamda yer tutmaz, oysa her var olan şeyin belirli bir yeri kapladığını biliriz. Düşüncelerimizin zihnimizde yer aldığından eminiz, oysa duygularımız konusunda kararsızız. Çünkü onların daha çok yürek yöresinden kaynaklandığını sanırız. Duyumlara gelince, onlar bedenin tümünden ortaya çıkar. Kuramımız, bilincin kafa içinde yer aldığını öngörür.
İnsanların yürekleriyle düşündüklerine inanan Pueblo Kızılderilileri bana, Amerikalıların kafalarıyla düşündüklerine inandıkları için deli olduklarını söylemişlerdi. Kimi zenci kabileleri ruhun ne kafada ne yürekte yer aldığına inanırlar, onlara göre ruh karnın içindedir.