Resim: Albert Dürer, “Self-Portrait As Christ”
Mektubunuz, sadece birkaç gün önce elime ulaştı. Bana gösterdiğiniz müthiş güvenden dolayı teşekkür etmek isterim. Tüm yapabileceğim bu. Dizelerinize bir şey diyemem; eleştirmeye teşebbüs etmek bana yabancı. Hiçbir şey bir sanat eserine eleştiri kadar az temas edemez: muhakkak az ya da çok yanlış anlaşılmalarla sonuçlanır. Hiçbir şey, insanların genelde inanmamızı istedikleri gibi, o kadar da somut ve ifade edilebilir şeyler değildir; çoğu tecrübe anlatılamaz, daha önce hiçbir sözcüğün girmediği bir evrende yaşanır. Diğer her şeyden daha çok ifade edilemeyen şeylerin başında ise sanat eserleri gelir, kendi küçük, geçici hayatlarımızın yanında çağlara dayanan, o gizemli varlıklar.
Bu notla, size sadece, dizelerinizin kişisel bazı şeylerin sessiz ve saklı başlangıçları olmalarına rağmen kendilerine ait bir tarzları olmadığını söyleyebilirim. Bunu en açık bir şekilde son şiiriniz “Ruhum”da hissettim. Orada, size ait bir şey söze ve melodiye dökülmeye çalışıyor. Ve “Leopardi’ye” adlı tatlı şiirinizde, o müthiş ve kimsesiz şahsiyetle bir tür akrabalığınız olduğu görünüyor. Buna rağmen, şiirler kendi başlarına henüz bir şey değiller, yani bağımsız bir şey değiller, hatta sonuncusu ve Leopardi’ye olanı bile. Şiirlerinizle beraber yolladığınız nazik mektubunuz, dizelerinizi okurken hissettiğim çeşitli kusurlarınızı bende daha belirgin hale getirdi, özellikle ne olduklarını dile getiremesem de.
Dizelerinizin iyi olup olmadıklarını soruyorsunuz. Bana soruyorsunuz. Bundan önce başkalarına da sordunuz. Dergilere yolluyorsunuz. Onları başka şiirlerle karşılaştırıyorsunuz ve bazı editörler eserlerinizi reddettiklerinde üzülüyorsunuz. Şimdi (tavsiyemi istediğinizi söylediğinizden) bu tür şeyleri yapmamanız için size yalvarıyorum. Dışarıya bakıyorsunuz ve şu anda bu en çok kaçınmanız gereken şeydir. Hiç kimse size tavsiyede bulunamaz veya yardımcı olamaz, hiç kimse. Yapmanız gereken sadece tek şey var: Kendinize dönün. Size yazmanızı söyleyen nedeni bulun; köklerini kalbinizin derinliklerine salıp salmadığına bakın; eğer yazmaktan men edilseydiniz ölüp ölmeyeceğinizi kendinize itiraf edin. Gecenin en sessiz saatinde kendinize sorun: yazmak zorunda mıyım? Samimi bir yanıt için kendinizi iyice dinleyin. Ve eğer bu ciddi soruya kuvvetli bir şekilde “Evet, yazmak zorundayım” diyebiliyorsanız, o zaman yaşamınızı bu gereksinime uygun olarak kurun; tüm yaşamınız, en sıradan ve en kayıtsız saatinde bile, bu itkinin bir delili ve tanığı olmalıdır. Sonra, doğaya yaklaşın. Daha önce kimse denememiş gibi, gördüğünüz, hissettiğiniz, sevdiğiniz ve kaybettiğiniz şeyleri anlatmaya çalışın. Aşk şiirleri yazmayın; çok göstermelik ve sıradan o formlardan uzak durun, aşk şiirleri üzerinde çalışması en zor olanlardır çünkü, iyi ve hatta muazzam bir geleneğin var olduğu bu alanda, kişisel bir şey yaratmak müthiş ve tam olgunlaşmış bir gücü gerektirir. Bu yüzden kendinizi bu genel temalardan kurtarın ve günlük hayatın size sunduklarına dair yazın; acılarınızı ve arzularınızı, aklınızdan geçen düşünceleri ve belli bir tür güzelliğe olan inancınızı tarif edin. Tüm bunları kalpten, sakin, mütevazı bir samimiyetle yapın. Kendinizi ifade ederken çevrenizdeki şeyleri kullanın, rüyalarınızda gördüğünüz görüntüler ve hatırladığınız nesneler gibi. Eğer günlük hayatınız size yoksul geliyorsa, onu suçlamayın, kendinizi suçlayın; günlük yaşamınızın zengin yanlarını bulacak kadar şair olmadığınızı itiraf edin; çünkü yaratıcı kişi için yoksulluk yoktur, yoksul ve ilgisiz yer yoktur. Kendinizi dünyadan hiçbir sesin giremediği bir hapishanede bulsanız bile, yine de sizinle çocukluğunuz, o paha biçilemez mücevher, o hatıraların hazine dairesi, olmaz mıydı? Dikkatinizi ona verin. Muazzam geçmişin o batık hislerini yüzeye çıkarmaya çalışın; göreceksiniz, kişiliğiniz daha da güçlenecek, yalnızlığınız, ferah bir yer, diğer insanların gürültülerinin uzağında yaşayabileceğiniz bir yer haline gelecek. Ve kendi dünyanıza dalıp çıkmanızdan şiirler belirecek, sonra ise kimseye iyi olup olmadıklarını sormayı düşünmeyeceksiniz bile. Ne de dergilerin bu işlerle ilgilenip ilgilenmediklerini öğrenmeye kalkacaksınız; çünkü onları sizin en değerli varlığınız, yaşamınızın bir parçası, sizin sesiniz olarak göreceksiniz. Bir sanat eseri, gereksinimden çıkmışsa, iyidir. Bu, bir kişinin sanat eserini değerlendirebileceği tek kriterdir. Bu nedenle, sevgili Bayım, size bundan başka bir tavsiyede bulunamam: kendinize dönün ve yaşam kaynağınızın aktığı yerin ne kadar derinde olduğunu görün; o kaynakta yaratıp yaratmamanız gerektiği sorusuna yanıt bulacaksınız. O yanıtı, sadece size verildiği gibi, yorumlamaya çalışmadan kabul edin. Belki de bir sanatçı olmak istediğinizi keşfedeceksiniz. O zaman bunun sorumluluğunu alın, dışarıdan ne gibi ödüller gelebileceğine bakmaksızın, seçtiğiniz yolun zorluklarına göğüs gerin veya muhteşemliğinin keyfine varın. Çünkü yaratıcı kişinin kendisi bir dünya olmalıdır ve kendinde ve doğada yaşamını adadığı her şeyi bulmalıdır.
Ama kendinize ve yalnızlığınıza bu çekilmenizden sonra, belki de bir şair olmaktan vazgeçmek zorunda kalacaksınız (dediğim gibi, eğer kişi yazmadan yaşayabileceğini düşünüyorsa, o zaman hiç yazmamalıdır). Buna rağmen, sizden yapmanızı istediğim bu kendini arama, boşuna olmayacaktır. Hayatınız o noktadan sonra kendi yolunu bulacaktır ve sizin için dileğim iyi, zengin ve refah olmanızdır.
Daha fazla ne söyleyebilirim? Son olarak size bir tavsiyede bulunmak isterim: sessiz ve samimi bir şekilde, tüm gelişiminizle, büyümeye devam ediniz. Büyüme sürecinizi dışarıya bakmaktan ve en derin hislerinizin en sessiz bir saatinizde belki yanıtlayabileceği soruların yanıtlarını dışarıdan beklemekten daha çok rahatsız eden başka bir şey olamaz.
Bana güvenip paylaştığınız şiiri size geri yolluyorum. Ve sorularınız ve içten güveniniz için bir kez daha teşekkür ediyorum. Sorularınızı olabildiği kadar dürüst yanıtlamaya çalışırken, kendimi bir yabancı olarak, gerçekte olduğumdan biraz daha değerli göstermeye çalıştığımı bilmenizi isterim.
İçtenlikle,
Rainer Maria Rilke