Çoğu insan, yetişkinler başta olmak üzere, kendi ayakları üzerinde durmayı engelleyen şartları yenmeyi çabalarken sayısız ikilem ve zorlukla mücadele etmek zorunda kalır. Birey haline gelmenin hissetmeyi öğrenmek ve ne istediğini bilmenin de ötesinde, hissetmeyi ve istemeyi önleyen güçlerle savaş demek olduğunu sonradan anlarlar. Hayatlarında ilk kez onları kısıtlayan bir zincirle yüz yüze gelirler. Bu zincir onları ailelerine, bizim toplumumuzda annelerine, bağlayan zincirdir.
İnsanoğlunun gelişimi kitleden bireysel özgürlüğe uzanan bir süreçtir. Ana rahmindeki cenin anneyle bir bütündür. Göbek kordonu aracılığıyla anneye veya kendine herhangi bir seçim şansı bırakmadan otomatik olarak beslenir. Bebek doğup da göbek bağı kesilince o en azından fiziksel bakımdan ayrı bir canlıdır artık ve beslenmesi gerek anne gerekse bebek için bilinçli bir faaliyet haline gelir, bebek mama için yeri göğü inletebilir, anne de buna ya “evet” ya da “hayır” der. Her şekilde bebek neredeyse tamamen ebeveynlere, özellikle de onu besleyip büyüten anneye bağımlıdır. Birey oluncaya dek sayısız evreden geçer. İlk özgürlük hissiyle ayrı bir varlık olduğunu ayrımsar, okulla beraber ile kucağından ayrılır, ergenlikte cinsellikle tanışır, üniversite stresini ve meslek seçme kaygısını yaşar, evlenip bir aile kurma sorumluluğuna girer vb. Yaşam boyunca birey yeni aşamaların eşiğine gelir ve kendiyle bütünleşmesi her seferinde farklı bir oluşum izler. Bütün evrimlerin özünde bütünden farklılaşma, kitleden kopup değişik bir varlık olma, daha sonra ise bütünün diğer parçaları ile daha yüksek bir seviyede iletişim kurma kalıbı vardır. Bir taşla veya kimyasal bir bileşimle karşılaştırıldığında insanın ancak bilinçli ve sorumluluk isteyen kararlar vermek suretiyle bireyselliğini gerçekleştirebildiğini gözlemliyoruz. İnsanın hem psikolojik hem de etik hem de fiziksel bir canlı olması gerekiyor.
Kesin konuşmak gerekirse, doğma, kitleden kopma, bağımlılığın yerini karar verme yetisine bırakması süreci, yaşamın her safhasında bireyin karar verme mekanizmasını etkiler; hatta ölüm döşeğinde bile bireyin karşı karşıya kaldığı konu budur. Ölümü cesurca kabullenmek, tekrar bütünden kopma, bir kez daha tek başına kalmayı öğrenmek değil de nedir?
Yani herkesin hayatı bir grafik biçiminde kağıda dökülebilir. Otomatik bağımlılıktan nasıl kendini kurtardığını , nasıl birey olduğunu, kendi seçimi olan sevgileri yaşarken çevresindekilerle ne derecede bir iletişim kurduğunu, ne kadar yaratıcı ve sorumlu olduğunu, bunların hepsini sembolik olarak gözler önüne sermek mümkündür.