Ve kendi kendime, “Artık cennete giden yoldayım” diyordum. Birden yaşamım boyunca daha pek çok öğreti verebileceğimi apaçık görüverdim. Dediğim gibi, yola çıkmadan önce Japhy’ye uğradım; Chinatown’daki parkta ikimiz de özgür dolaştık durduk, Nam Yuen’in Yeri’nde yemek yedik, sokağa çıktık, Pazar sabahının çimenlerinde oturduk, bir de baktık ki bir grup siyahi vaiz çimenlikte durmuş, çimlerin üzerinde koşuşturan çocuklarını gözetleyen ilgisiz Çinli ailelerden, ilgileri onlarınkinden az bir parça daha çok olan serserilerden oluşan dağınık gruplara öğüt veriyor. Ma Rainey’e benzeyen şişman bir siyahi kadın ayaklarını açarak yere basmış, şahane vaazını gürleyen sesiyle feryat eder gibi haykırıyordu; konuşuyor, derken ardından konuşması “blues” söyler gibi ezgileşiyordu; çok güzel, yaman bir vaiz olan bu kadının vaazını kilisede değil de böyle ortalıkta verişinin nedeni de ara sıra şöyle bir durarak yana dönüp çimenlerin üzerine haak tuuu diye koskocaman bir tükürük fırlatmasıydı herhalde. “Önünüzde yepyeni bir saha açıldığını gördüğünüz takdirde bilin ki Tanrı sizi koruyor… Evet!” Ve haak tuuu diye tükürüğü fırlatıyordu. “Görüyo musun,” diyorum Japhy’ye “kilisede yapamazdı bunu, kiliselere göre değil bu yaptığı şey; ama kadın şahane konuşuyo, di mi?”
“Haklısın” diyor Japhy, “ama beni açmıyor o ettiği Hazreti İsa lafları falan.”
“Nesi varmış İsa’nın? Cennet’ten söz etmesi mi? Cennet de Buda’nın nirvanası sayılmaz mı?”
“O senin yorumun, Smith.”
“Japhy, Rosie’ye bir şeyler anlatmak istemiştim: bütün bu hizipleşmelerin Budacılığı Hıristiyanlıktan, Doğu’yu Batı’dan ayırmanın içimde yarattığı sıkıntıyı anlatmak istemiştim; ulan ne fark eder ki be! Hepimiz Cennet’teyiz ya şimdi, di miyiz lan?”
“Kim demiş bunu?”
“Şimdi biz nirvanada mıyız, değil miyiz?”
“Şimdi biz nirvananın içindeyiz, hem de samsaranın.”
“Sözcükler, laflar… Nedir ki bi sözcük? Nirvana demişiz, başka bi şey demişiz, hepsi bir. Baksana! Tombul nine avaz avaz bağırıp millete önlerinde yeni bi saha açıldığını söylüyo, yepyeni bir Buda-sahası; oh ne kıyak!” Japhy pek keyiflenmişti, gözlerini kısıp gülümsedi. Sürdürdüm: “Her yönde her birimiz için açılmış Buda-sahaları, Rosie ise solup çürüyen bir çiçek.”
“İyi dedin, Ray.”
Tombul nine bir ara bize doğru yaklaştı, özellikle bana bakmaktaydı. Bana sevgilim diyordu üstelik. “Gözlerinden, her dediğimi anladığını okuyorum, sevgilim. Şunu bilesin ki ben senin Cennet’e gitmeni, mutlu olmanı istiyorum. Söylediğim her şeyi anlamanı istiyorum.”
“Seni duyuyorum, çok iyi anlıyorum.”