Hayvanlarla kendi yuvalarında, vahşi bölgelerde veya doğal yaşam alanlarında karşılaşmak, bu hayvan geyik gibi büyük ve tehlikeli ya da sincap gibi küçük ve zararsız da olsa bizde hayranlıkla karışık bir ürperti uyandırabilir. Hayvanat bahçelerindeki hayvanlar da ilginçlikleriyle, güzellikleriyle ve çeşitlilikleriyle büyüleyici olabilir. Hayvanat bahçesine gittiğimizde antilopların kudretine, maymunların oyunculuklarına ve ayılarla fillerin asaletine hayran kalırız. Kimi zaman bu canlılarla aramızda derin bir arkadaşlık hissi oluşabilir. Fakat hayvanat bahçesinde hayvan dostlarımızın renkli hayatlarının sadece bir kısmına şahit oluruz. Oradan ayrıldığımızda bizi bu canlı türleriyle bir araya getiren karmaşık ekolojik bağları unutmamamız gerekir.
Fakat küçük çocuklar bile hayvanat bahçelerindeki (veya akvaryumlardaki) hayvanların aslında kendi doğal yaşamlarını sürdüremeyen tutsaklar olduğunun farkına varabilir. Büyük ve iyi yönetilen hayvanat bahçelerinde bu hayvanlara genellikle bol yiyecek verilmekte ve tıbbi bakım yapılmaktadır, fakat onlar yine de biz insanların çok değer verdiği özgürlükten mahrum tutsaklardır. Birçok küçük hayvanat bahçesinde ise hayvanların yaşam koşulları içler acısı olabilmektedir. Hayvanat bahçelerindeki tüm hayvanlar birer esirdir. İnsanlar olarak merakımızı gidermek ve bilgilerimizi pekiştirmek uğruna hayvanların kendi doğalarında yaşama haklarını ellerinden alıyoruz. Bu yaptığımız ancak hayvan yaşamına karşı bir sempati uyandıracaksa veya bizi yabani hayvanları korumaya destek olmaya yönlendirecekse kabul edilebilir.
Bazı hayvanat bahçeleri eğitimsel misyonlarının yanına son zamanlarda tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan türleri, güvenli bir şekilde doğaya geri bırakana kadar alıkoyarak koruma altına almak gibi yeni ve çok daha önemli bir amaç daha eklemiştir. İnsan nüfusunun doğal yaşam alanlarına verdiği zarar daha uzun süre artarak devam edecek ve birçok memelinin, kuşun, balığın ve bitkinin soyunun tükenmesine neden olacaktır. Doğal yaşam alanlarının korunması ve yenilenmesi adına çalışmaktan asla vazgeçmememiz gerekir, ama tehlike altındaki bine yakın canlı türünü birkaç yüzyıl boyunca hayvanat bahçelerinde koruma altına almaktan başka çaremiz de yok gibidir. Bu durum sorumluluğun hayvanat bahçeleri ve koruma merkezleri arasında paylaştırılması ve çok daha fazla fonla beraber halk desteği sağlanması anlamına gelmektedir.
Arabistan antilobu gibi bazı türler koruma altına alındıktan sonra doğal yaşam alanlarına geri bırakılmıştır. ABD’de doğaya geri bırakma, yırtıcı kuş türlerinden biri olan doğanlarda başarılı olmuştur. Bu kuşların soyları, yumurtalarını kuluçka için çok kırılgan hale getiren DDT yüzünden tükenmekteydi. DDT yasaklandıktan sonra doğanlar kendi kayalıklarında ve hatta şehirlerdeki gökdelenlerin üzerinde bile kuluçkaya yatmaya ve yeniden üremeye başlamıştır. Kaliforniya akbabaları ise yaşam alanları olan ücra bölgeler, otoyollar ve parseller tarafından işgal edildiği için tükenme sınırına gelmiş ve neredeyse sadece hayvanat bahçesinde yaşayabilen bir türe dönüşmüştü. Fakat yakın zamanda yüzden fazla genç akbaba doğaya geri bırakılmıştır ve yeni neslin hayatta kalma yetenekleri giderek gelişmektedir.
Hayvanat bahçesi koruma programları pahalıdır ve aynı zamanda çeşitli genetik ve üreme sorunları yaratmaktadır, ama bu konularda son yıllarda gözle görülür bir ilerleme kaydedilmiştir. Küresel ısınma veya doğal yaşam alanlarının asfaltlanması, sürülmesi veya bitene kadar otlatılması yüzünden tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan binlerce canlı türünün korunmasını desteklemek bizim görevimizdir.
Balıklar için olan hayvanat bahçesine akvaryum denir. Arboretumlar ya da botanik bahçeleri ise biyolojik bölgeye özgü olanların yanında dünyanın her yerinden gelen birçok bitki çeşidinin çoğaltılıp sergilendiği yerlerdir. Çoğunluğu devlet kurumları veya tohum şirketleri tarafından oluşturulan tohum bankaları ise eski dönemlerden beri çiftçilerin yetiştirmekte olduğu binlerce bitki türünü korumayı ve ticaretini yapmayı amaçlamaktadır. Örneğin, tarihi Aztek mısırı gibi artık çiftliklerde bulamayacağınız bir bitkinin “atalık” tohumları, ürünlerimizi sürekli tekrar eden hastalıklardan korumak için faydalı olan genleri sağlayabilir. Bazı tohum bankaları, yapılaşma yüzünden doğal yaşam alanları tehlike altında olan yabani bitkilerin tohumlarını ve atalık sebze-meyve çeşitlerini koruma altına almaya çalışmaktadır. Modern çeşitlere göre çok daha lezzetli olan ve tohum şirketlerinin ilgilenmediği eski meyve sebze çeşitleri artık koruma altına alınmaktadır. İngiltere’deki Millenium Tohum Bankası, tıbbi ya da diğer kullanımları hala bilinmeyen birçok yabani tohumunun koruma altına alınması üzerinde çalışmaktadır. Norveç’in uzak bir kutup adasına kurulan ve Kıyamet Ambarı (Doomsday Vault) adı verilen uluslararası tohum bankasının amacı ise bitki tohumlarını savaştan, hastalıklardan, iklim değişikliğinden ve hatta bir göktaşı çarpmasından korumaktır. Tohum bankaları ve ürün çeşitliliğini korumak adına imzalanmış uluslararası antlaşmalar, tarımsal ve bilimsel amaçlarımız için vazgeçilmezdir. Ama yine de büyük, bozulmamış ve zengin biyoçeşitliliğe sahip olan ekosistemleri savunmak ve korumak, tehlike altında olsun ya da olmasın, tüm canlıların dünyadaki büyük yaşam ağının bir parçası olarak doğal bir şekilde gelişebilmeleri için hayati öneme sahiptir.