Mukusun ve onun meydana getirdiği kan zehirlenmesinin yanı sıra organizmada ürik asit, toksin maddeler, özellikle de ilaçlar ve başka yabancı maddeler de bulunmaktadır. Yıllar süren pratik tecrübelerimin sonucunda alınan ilaçların vücuttan tam olarak atılmadığını gördüm. Besin maddelerinin artıkları konusunda da durum aynıdır. Bu atıklar onlarca yıl vücutta depolanmaktadır. Gözetimim altındaki yüzlerce vakada 10, 20, 30 ve hatta 40 yıl öncesi ilaçların bu tedavi yöntemi sırasında mukusla birlikte dışarı atıldığını tespit edebilme imkanı buldum. Bu gerçek, sağlık alanında devrim yaratacak niteliğe sahiptir. Kimyasal zehirler çözülerek, böbreklerden dışarı atılmak üzere kan dolaşımına karıştığında, yoğun bir kalp çarpıntısına neden olurlar. Bunun dışında bir takım hafif rahatsızlıklar da meydana gelebilir. Bu konuda bilgi sahibi olmayan insan, kendini adeta bir bulmacanın karşısındaymış gibi hisseder ve büyük olasılıkla hemen doktora gider. Durumu inceleyen doktor da sonunda “kalp rahatsızlığı” şeklinde bir teşhiste bulunarak sorunun kaynağını “besin yetersizliğine” dayandırır. Oysa hastasına 10 yıl önce yazmış olduğu reçetedeki ilaçların bu durumun sorumlusu olabileceğini hiç aklına getirmez.
Sağlıklı görülen “normal” insanın vücudunda, yoğun miktarlarda ilaç ve besin zehirlerinden oluşan ve adeta kronik bir depo haline gelen kütleler bulunmaktadır.
Bu gizli hastalık yapıcı maddeler yerinden oynatıldığında, mesela bir soğuk algınlığı geçirildiğinde, vücut mukus atmaya başlar. Kişi kendini kötü hisseder. Oysa doğanın bu arındırma işleminden memnun olması gerekir. Çözülen mukusun miktarı, organizmayı sarsmak için yeterince fazla olduğu halde ciddi bir durum söz konusu değilse, bu rahatsızlığa “grip” teşhisi konulabilir. Fakat doğanın boşaltım işlemi, organizmanın daha derinlerinde gerçekleşiyorsa, özellikle akciğerlerde, o durumda mukus ve toksinlerin çözülümü çok fazla olduğundan kan dolaşımında zorlanma meydana gelir. Bu tıpkı bakımsız bir makinenin veya el freni kaldırılmış bir arabanın çalışmasına benzer. Bu sürtünme işlemi anormal bir ısınma meydana getirir ki buna da “yüksek ateş” diyoruz. Bu kez doktorların koyduğu teşhis, akciğer iltihabıdır.
Oysa gerçekte meydana gelen olay şudur: Doğa, organizma için yaşamsal önem taşıyan organları, artıklardan kurtarmak için “hararetle” çaba sarf etmektedir. Şayet mukus atımı için zorlanan organ böbrek ise ve fonksiyonlarında değişiklikler söz konusuysa, bu durumda rahatsızlığın adı böbrek iltihabı olacaktır.
Diğer bir deyişle, doğa bir insan yaşamını kurtarmak için her ne zaman mukus ve toksin ürünlerini “var gücüyle” dışarı atmaya çalışıyorsa, bunun adı akut hastalıktır.
Tıp dünyası 20.000’in üzerinde hastalığa isim koymuştur. Hastalığa verilen ad, atık boşaltımının meydana geldiği ilgili bölgeden veya tıkanan kısımdan yola çıkılarak türetilmektedir. Bu bölgede kan dolaşımı oldukça zorlanmaktadır, dolayısıyla ağrı ve sızıya neden olmaktadır. Örneğin, eklem bölgelerinde ağrılar, romatizmada olduğu gibi.
Nesiller boyunca doğanın bu iyi niyetli çabası ve kendi kendini iyileştirme işi yanlış anlaşılarak, ilaçlarla bastırılmaya çalışılmıştır. Hastalık sırasındaki ağrı ve iştah kaybı gibi uyarıcı tehlike sinyallerine rağmen, ısrarla bol ve özellikle “iyi” besin önerilmektedir. Doktorların “yardımına” rağmen ki bu yardım gerçekte hastanın hayatını daha fazla tehlikeye sokmaktadır, hastanın yaşam enerjisi ve boşaltım yeteneği azaltılmaktadır. Doğa bu engelle görevini etkili bir şekilde yerine getiremez, daha fazla zamana ihtiyaç duyar. İşte söz konusu bu durum “kronik” olarak nitelendirilir. Bu sözcük Yunanca “zaman” anlamına gelen “chronos” sözcüğünden türetilmiştir.