Yaşamını doğru yoldan kazanmayı gerçekten arzu eden biri için günümüzdeki örgütlü ekonomik yaşamda bu kesin olarak zordur. Söylendiği gibi, günümüzün ekonomik koşulları birbirleriyle ilişkilidir ve bu karmaşık bir sorundur; her karmaşık insan sorunu gibi buna da yalınlıkla yaklaşılmalıdır. Toplum daha da karmaşıklaşıp örgütlendikçe, düşüncenin ve eylemin denetim altına alınması verimlilik adına destekleniyor. Duyusal değerler üstün tutulup ebedi değer bir yana itildikçe verimlilik acımasızlığa dönüşüyor.
Kuşkusuz yaşamı kazanmanın yanlış yolları vardır. Silah ve diğer insan öldürme yöntemlerinin üretilmesine yardım eden biri, kesinlikle dünyaya asla barış getirmeyen ve sürekli artan bir şiddetle ilgilidir. Politikacılar, uluslarının ya da kendilerinin yararına ya da bir ideoloji uğruna yöneterek ve diğerlerini sömürerek savaşa, insanlığın sefilliğine ve üzüntüsüne neden oluyorlar ve yaşamlarını yanlış yoldan kazanıyorlar. Belli bir önyargıya, dogmaya ya da inanca tutunan, belli bir ibadet ve dua biçimine sarılan bir din adamı da yalnızca cahilliği ve hoşgörüsüzlüğü yayarak insanları karşı karşıya getirmekte ve yaşamını yanlış bir yoldan kazanmaktadır. İnsanlar arasında bölünmeye ve çatışmaya neden olan her tür uzmanlık açıkça yanlış bir geçim yoludur. Böyle uğraşlar insanları sömürüye ve sürtüşmeye götürür.
Geçim sağlama yollarımız bize öğretilmiştir, gerek gelenek gerekse açgözlülük ve hırs aracılığıyla, öyle değil mi? Genellikle meslek seçimimizi dikkatlice düşünerek yapmayız. Yalnızca elde edebildiğimiz kadarıyla yetinir ve içinde bulunduğumuz ekonomik sistemi kör gibi izleriz. Ama bilmek istediğimiz, sömürü ve savaştan nasıl uzak durabileceğimiz. Bunlardan uzak durabilmemiz için etki altında kalmamalı, geleneksel uğraşları izlememeli, ne kıskanç ne de hırslı olmalı. Çoğumuz uzmanlık alanımızı ya gelenekten dolayı ya da avukat, asker, politikacı ya da tüccar bir aileden geldiğimiz için seçeriz; güç ve konum hırsımız ne iş yapacağımızı belirler; açgözlülüğümüz bizi başkalarıyla yarışmaya ve arzularımızı doyurmada acımasız olmaya zorlar. Sömürmek ve savaş nedenlerine katkıda bulunmak istemeyen biri geleneği izlemeyi bırakmalı, hırs ve açgözlülükten vazgeçmelidir. Eğer bunlardan kaçınırsa doğal olarak doğru uğraşı bulacaktır.
Her ne kadar önemli ve yararlı ise de doğru uğraşın kendi içinde bir sonu yoktur. Doğru bir meslek edinmiş olabilirsiniz, ama eğer içsel olarak yetersiz ve yoksulsanız kendinize ve başkalarına üzüntü kaynağı olursunuz; düşüncesiz, saldırgan ve iddiacı olursunuz. Gerçekliğin içsel özgürlüğüne kavuşmadan sevinci ve huzuru bulamazsınız. O içsel gerçekliğin arayışı ve keşfinde yalnızca küçük şeylerle mutlu olmakla kalmaz, ama tüm ölçülerin ötesinde bir şeyin farkına da varırız. Önce girişimde bulunmak gerekiyor, sonra diğer şeyler onun farkındalığında ortaya çıkacaktır.
Yaratıcı gerçekliğin bu içsel özgürlüğü bir hediye değildir; keşfedilecek ve deneyimlenecek bir şeydir. Kendinizi anlamak veya yüceltmek adına elde edilen bir şey değildir. İçinde hiçbir oluş bulunmayan, bütünlük olan sessizlik gibi bir varlık durumudur. Bu yaratıcılığı ifade etmeye gerek olmayabilir; bu dışa açılmayı isteyen bir yetenek değildir. Ne büyük bir sanatçı olmaya ne de seyircilere gereksinimin vardır; eğer aradığın buysa içsel gerçekliği yakalayamazsın. Bu ne bir ödül ne de bir yeteneğin açığa çıkmasıdır; bu ölümsüz hazine ancak eğer düşünce kendisini şehvetten, hastalıktan ve cahillikten, dünyasal olandan, kişisel arzulardan özgürleştirirse bulunabilir. Bu doğru düşünme ve meditasyon aracılığıyla deneyimlenir. Gerçekliğin içsel özgürlüğü olmaksızın varoluş bir acıdır. Susayan bir kimsenin suyu aradığı gibi aramalıyız. Yalnızca gerçeklik sonluluğun susuzluğunu giderebilir.