Amerika’daki çevreci hareket, 1900’lerin başında ıssız, güzel, bozulmamış yerlerde piknik veya kamp yapmaya yetecek boş zamanı ve parası olan beyaz, görece ayrıcalıklı şehirliler arasında başlamıştır. Bu insanlar bakir dağ çayırlarını ve sekoya ormanlarını koruma altına almayı düşünen ilk kişilerdi ve bu amaçlar için politik çalışmalar başlatan ilk örgütleri kurdular.
Fakat son yıllarda çevreci hareket giderek daha bilimsel ve içerikli bir hal aldıkça, sıradan insanlar ekonomik mücadelelerinin bunaltıcı sorunlarının yanı sıra, hali vakti yerinde insanların bilemeyeceği çevresel sorunlarla yüzleşmekte olduklarının farkına vardılar. Ekonomik ve çevresel eşitsizlik ülke çapındaki ölümcül ikiliydi. Neredeyse tüm dünyadaki şehirlerde, aslında toplumun tamamının faydalanmakta olduğu rafineriler, çöp yakma merkezleri, kanalizasyon arıtma tesisleri, yükseltilmiş otoyollar ve zehirli madde üreten diğer kaynaklar, düşük gelirli ve beyaz olmayan mahallelere konuşlandırılmaktadır. Kızılderililer uranyum madeni ocakları, zehirli atık çöplükleri, petrol kuyuları ve hatta bomba atış eğitimi için açılan alanlar yüzünden atalarından kalma topraklardan göç etmek zorunda kalmıştır. Buna paralel bir süreçte, sanayileşmiş ülkeler kaynakları düşük bedelle almakta ve gelişmekte olan ülkelere borç karşılığı satmaktadır.
ABD’de düşük gelirli mahallelerde yaşayanlar ve dünyaya karşı geleneksel bir saygıları olan Amerikan yerlileri temiz hava ve temiz su için politik olarak örgütlenmeye ve bugüne kadar hep beyazlardan oluşan çevreci gruplarla güçlerini birleştirmeye başladılar. “Benim Arka Bahçem Değil!” bir zamanlar refah seviyesi yüksek olan cemaatlerin sloganıydı. Bu cemaatler genellikle kararlı kadınlardan oluşan grupların liderliğinde, zehir üreten yeni binaların inşaatına karşı savaşan ve eskilerinin de düzenlenmesini talep eden bir mücadeleden başarıyla ayrıldılar. Kabileler Kızılderilileri ve arazilerindeki kaynakları tehlikeye sokacak önerilere karşı verdikleri savaşı kazandılar. Tropik yağmur ormanlarını korumak için verilen savaşın aynı zamanda içinde yaşayan yöreye özgü canlıları kurtarmaya yönelik bir savaş olduğu da netleşti.
“Kimsenin Arka Bahçesinde Değil!” ise çevresel adaletin somutlaştığı bir slogandır. Zehirli duman saçan enerji santrallerinin yerine kirlilik üretmeyen jeotermal santraller, güneş ve rüzgar enerjisi tesisleri kurulmalıdır. En sonunda, doğayı taklit etmek ve tüm inşaat malzemelerinin, arabaların, bilgisayarların, cihazların yeniden kullanıldığı, bir fabrikanın atıklarının diğer bir fabrikanın hammaddesi olduğu geri dönüşümcü bir toplum olmak zorunda kalacağız. Toplulukları birbirinden ayıran, egzoz ve gürültü üreten otoyolların yerini temiz toplu taşıma yolları almalıdır. Amerikan şirketleri işgücünü düşük gelirli bölgelerden temin ettikleri için işe fena halde ihtiyaç vardır; ama iyi işler üreten fabrikalar dahi yakınlarındaki toplulukların havasını ve yer altı sularını kirletmekten men edilmelidir. Şehirler içindeki terk edilmiş ve kirletilmiş alanların, komşuların fikirleri alınarak ve öncelikleri gözetilerek temizlenmesi ve yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Esas olarak fakir ve azınlık işçilere istihdam sağlayan tarım şirketleri, bu işçilerin böcek veya yabani ot ilacı solumalarını engellemelidir.
Çevresel adalet hareketi, çevresel yok olmanın bedelinin sadece fakir insanlar tarafından ödenmemesi gerektiği konusunda ısrarcıdır. Ve sadece bütün Amerikalıların değil, dünyadaki bütün insanların kirlilikten ve çevresel bozulmadan korunma hakkı vardır. Bunu başarmak için şirketlerin insan sağlığına ve çevreye yönelik önceliklerinin sorgulanması gerekir. Bu nedenle çevresel adalet hareketi siyasi deneyimi olan çevrecilerle her sınıftan, renkten ve etnik kökenden insanlar arasında bir işbirliğini hedeflemektedir. Bu tarz bir güç ortaklığı, şirketleri insanları sömürmeye ve doğayı kirletmeye yönlendiren ekonomik kuralları sorgulama yetisi olan, çevresel harekete gönülden bağlı bir çoğunluk yaratacaktır. Siyasetçileri, hepimizi etkileyen çevresel meseleleri ciddi bir şekilde ele almaya zorlayan bir etki de yaratabilecektir.
Eğer dünyanın her yerinde sayıları on milyonlarla ifade edilen yoksul insanlar, adaletsiz çevresel saldırılara ve zenginle yoksul arasındaki gelir farkı artışına maruz kalmaya devam ederlerse, şiddetli çatışmaların ve kaosun hakim olacağı günler yakındır.