Yaşadığımız doğal ortamla bedenimiz öylesine büyük bir uyum içindedir ki bedenimiz kendisine yapabileceğimiz bütün olumsuzlukların üstesinden gelebilir.
Beden kendisine zararlı olan toksinleri karaciğer, böbrekler, bağırsaklar, solunum yolu ve ter ile deriden atarak temizler ve kendisini arındırır.
Ancak özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası endüstrinin giderek gelişmesiyle beraber gelen petro-kimyasal devrim sonucu artan toksinler, insan metabolizmasının kendini temizleme kapasitesinden çok daha hızlı bir şekilde birikime yol açmış ve organizma kendi kendini temizleyemez hale gelmiştir.
Gözlerimizin gördüğü, ellerimizin tuttuğu, zihnimizin algıladığı ve algılayamadığı birçok etken bizi sağlıklı bir hayattan uzaklaştırırken biz daha neyle karşı karşıya olduğumuzun farkında bile değiliz.
Beden ve ruh sağlığımızı iş hayatı ve sosyal hayatımızdaki hedefleri gerçekleştirerek yakalayabileceğimizi zannediyoruz. Halbuki hayatımızı kolaylaştırıyor gibi görünen teknoloji ve sürekli yarışma halinde geçen iş hayatı sağlığımızı tehdit ediyor.
Bedenimizde toksinlerin yığılmasının iki temel nedeni vardır: Birincisi yediğimiz ve içtiğimiz besinlerdeki, soluduğumuz havadaki doğal olmayan çevresel faktörlerin artışı ile metabolizmanın doğal seviyesinin çok üstünde toksin yüklenmesidir. İkincisi ise, sağlıksız kişisel alışkanlıklar, hiperaktif modern yaşam tarzının getirdiği aşırı stres ve yorgunluk nedeniyle zayıflayan bağ dokusu ve vejetatif sinir sisteminin sağlığını kaybetmesidir.
Çağımızda özellikle metropollerde yaşayan insanlar endüstriyel kimyasallar, pestisit diye tanımlanan tarımda kullanılan zehirli maddeler, elektromanyetik kirlenme, gıda katkı maddeleri, yanlış beslenmeden kaynaklanan aşırı asit birikimi, ağır metaller, anestezik maddelerin ve özellikle bilinçsizce kullanılan ilaçların kimyasal kalıntıları, toplumca legal kabul edilen drogların (alkol, tütün, kafein) kalıntılarıyla beraber illegal drogların (eroin, kokain vs. gibi) kalıntıları, ruhsal dünyamızda yaşanan sorunların ağır yükünden oluşan çok karmaşık bir kokteylin etkisi altında yaşamlarını sürdürme çabası içindedirler.
Ruh sağlığımızı korumanın beden sağlığını korumak ile mümkün olacağını kavradığımız an, önemsiz addedilen küçük rahatsızlıkların bedenimizde kalıcı hastalıklara davetiye çıkardığını, oysa bu gibi rahatsızlıklardan korunmanın ilerde ortaya çıkacak hastalıkların tedavisinden daha kolay olduğunu kavratacak niteliktedir.
Yaşamımızın her döneminin kendine has bir güzelliği vardır: bebeklik, çocukluk, ilk gençlik, orta yaş ve yaşlılık. Bu yaş dönemlerini irademiz ve kontrolümüz dışında yaşarız. Ancak insanlar bilinçlenerek her yaşta, hayatlarının her anından zevk alarak yaşayabilirler.
20. yüzyılın başında sağlıklı insan kavramı, yüzyılın ortalarında organların sağlığına dönüştü. Yüzyılın sonlarına doğru dokuya sağlık ve nihayet 21. yüzyılın başında hücreye sağlık tartışılmaya başlandı. Modern tıp günümüzde genlerin sağlığını konuşmaya başladı. Ancak insan içinde yaşadığı çevreyle birlikte sağlıklı olabilir. İnsan ancak günlük araçlarla, giydiği kıyafetle, içtiği suyla, beslendiği besinle, yani bir bütün olarak sağlıklı olabilir.