Bilim adamı da sanatçı da dünyayı değiştirmeye uğraşır. Bilim adamı, insanın doğayla olan nesnel ilişkilerinin dış dünyasını değiştirmeyi amaçlar. Sanatçı ise, insanın öteki insanlarla olan öznel ilişkilerinin iç dünyasını değiştirmeye çalışır. Bilim adamı, dış dünyayla ilgili bilincinde bir çelişme bulup çıkarır ve onu bilimsel bir varsayım içinde çözer. Sanatçı ise, iç dünyaya ilişkin bilincinde bir çelişme bulur çıkarır ve onu bir sanat yapıtı içinde çözer. Bunların her ikisi de yaratıcı eylemlerdir. Bilim adamı, bilgimizi zenginleştirerek doğa üzerindeki egemenliğimizi biraz daha pekiştirmiş olur. Sanatçı ise, toplumsal bilincimizi daha yüksek bir düzeye vardırarak gelişmeyi ilerletir.
Hiç kuşkusuz, bilim ile sanat birbirinden bağımsız değildir. Bilim adamıyla sanatçının ayrı ayrı kendi özel çalışmalarını yürüttükleri iki değişik dünya, gerçekte ikisinin bir arada yaşadıkları ve çalıştıkları toplumsal dünyanın ayrılmaz parçalarıdır. Kaldı ki, kendi özel çalışmalarında bile, ne bilim adamı özneden kurtulabilir, ne de sanatçı nesneden.
Bilim adamı, nesnel gerçekliği bulgularken, olanca dikkatini şeylerin niceliksel yönü üzerinde yoğunlaştırır ve katıksız matematik dünyasına varıncaya kadar durmadan bir soyutlama düzeyinden daha yüksek bir soyutlama düzeyine geçer. Ama bu, doğa, yani nesne dünyası değil, tam tersine katıksız düşünce, yani özne dünyasıdır; dolayısıyla bilim adamının bu alandaki çalışması belli bir sanatsal niteliği gerektirir. Sanatçıysa, öznel gerçekliği bulgularken şeylerin niteliksel yönüne ağırlık verir ve konuşmadan şiire, şiirden de müziğe geçerek en sonunda katıksız ses dünyasına varır. Ne var ki, katıksız ses dünyası, doğa yasalarına uygun olarak niceliksel bir biçimde düzenlenmiştir.
Bilim adamı, dış dünyayla ilgili bilgi edinebilmek için, duyusal algılamayla elde edilen verileri içselleştirmek, yani onları bilincinde önceden varolan kavramsal sınıflamaların içine yerleştirmek zorundadır ve bu süreç öznel bir etkeni gerektirir. Sanatçı ise, insanları etkileyebilmek için, duygularını dışsallaştırmak, yani onları başkalarının algılayabileceği bir biçimde sunmak zorundadır. Ama bunu yapabilmek için sanatının nesnel koşullarını özümlemesi gerekir.
Bu yüzden bilimde de sanatta da özle biçim arasında sürekli bir çelişme vardır. Bu çelişme, toplumun kendi içinde gelişmekte olan çelişmelerin bir yansımasıdır. Bu çatışma, toplumsal değişikliklerin patlak verdiği dönemlerde öylesine kızışır ki, geleneksel sınıflamalar darmadağın olur.