İyiyi, güzeli, doğruyu sevmek bencil bir sevgidir. İsteklerimize, amaçlarımıza uygun davranan iyi, bize hoş görünen güzel, düşüncelerimize uygun gelen doğrudur. Bu, insanın sevilmesi değil “dalkavukluğunun” yapılmasıdır.
İnsanın kişiliği bir bütündür. Bütünüyle sevebilirsek “insanca sevgi” sözkonusudur. Ne var ki, çoğumuz insanları bu bütünlüğünden soyutlayarak sevmek isteriz. Daha açık bir deyişle, başkalarının bizim kişiliğimizin “kölesi” olmasını özleriz. İnsanlık tarihi boyunca insanı anlatan, tanıtan olguları, olayları, örnekleri, öğretileri görmezlikten gelerek, kendi oluşturduğumuz, geçerliliğini deneyip sınamadığımız önyargı ve artniyetlerle başkalarını değerlendirip yargılar ve kendimize göre sınıflandırırız. Böylece insan kişiliğini oluşturan ikilemden bilerek ya da bilmeyerek habersiz görünerek kendimizi çözümü olanaksız yeni bir ikilem içine atarız. Gereksiz yere “ben”le başkaları arasında sürtüşme ve çatışma yaratır, bunların kişiliğimize verdiği kuşku ve korku içinde yaşamamızı, kendimiz ve çevremiz için çekilmez, dayanılmaz bir “yük” durumuna getiririz. Hatta bilim ve sanatla uğraşan nice insanlar bile, bilimin de, sanatın da insan için olduğunu unutup bunların amaçlarıyla kendi yaşantıları arasında çelişkiye düşerler. İnsanı tanımaya yönelik alanlardan yararlanmalarına karşın, insanı tanımaktan, sevmekten uzaklaşırlar.
Kısaca, insan olmanın kanıtı insanı bütünüyle sevmektir. Saplantılarıyla, tutkularıyla, takınaklarıyla sevmek. Kaldı ki, bunları sağlıklı ya da sağlıksız diye ayırma olanağını veren ölçütler de yoktur. Tek ölçüt bunların niteliği ve niceliğidir.