An, onsekiz bin alemi kendinde toplayan noktadır. Bu noktanın açılıp kapanması zamanı meydana getirir.
An, bir noktadır. Bu nokta uzatıldığında sonsuza ulaşan bir hat meydana gelir. Bu hat üzerinde bir nokta esas alınır ve o nokta merkez olmak üzere bir daire çizilecek olursa bu dairenin çapına zaman adı verilir.
Dakikanın altmışta birine saniye, saniyenin altmışta birine de salise denir. Salise insan tarafından hissedilemez. Ancak kronometre ile tespit edilebilir.
Bunlar zamanın ana en yakın uzaklıklarıdır. Arayı biraz daha daraltırsak zaman kavramı hemen hemen yok olacaktır. Bu küçük zaman parçası çok daha iyi geliştirilmiş modern aletlerle tespit edilebilir, fakat çap sıfırlanıp pergelin iki ucu birleştirilirse, zaman kavramı ortadan kalkar ve görünmezlik alemine girilmiş olur. İşte, “an” denen bu merkez noktasıdır ve “an-ı daim” diye adlandırılır. Burada “zaman-ı daim” değil, “an-ı daim” dendiğine dikkat etmek lazımdır. Çünkü an sabit, zaman ise hareketlidir.
An noktası, hem zamanın hem de dairenin merkezidir. Her şey o merkezde birleşir. O halde an ve zaman bir pergelin iki bacağı gibidir. Bir ayağı merkezde, yani anda durur, diğer ayağı ise hareketlidir ve zamanı gösterir. Sema yapanların bir ayaklarını sabit tutup diğer bacaklarıyla bu sabit duran ayaklarının etrafında dönmeleri an-zaman ilişkisini sembolize eder.
An gönül alemidir, akıl alemidir. Zamansa, bu dünya alemindeki yaşamımızdır. Biz insan olarak zaman açısından kulluğa, an açısındansa uluhiyete bağlanmış durumdayız demektir ki bu da Allah’la bağlantımızın en güzel ispatıdır. Kaç yaşında olursak olalım, gözümüzü kapattığımız anda tüm hayatımızın gözümüzün önünden geçivermesi, aklımızın ve gönlümüzün anda oluşunun delilidir. Ayrıca reflekslerimiz de an ile bağlantımızı gösterir.
Aklın anda oluşu, Allah’ın “Ben önce aklı yarattım” deyişi ile sabittir. Ahirette de zaman değil, an-ı daim geçerlidir.
Ana yakın olanların kavrama ve anlama kapasitesi yüksektir. Bir insanın anlama ve kavrama kapasitesi ne kadar kısıtlıysa, o kişi andan o kadar uzakta demektir.
Zamanda geçmiş ve gelecek adeta birbirinden ayrılıp ayrı anlamlar kazanmıştır. Andaysa bunların hepsi bir noktada toplanmıştır. Böyle olduğu için de zamanda yaşayan biz, anda olanları bilemeyiz. Burada çok incelikler vardır. Ana geliş insan noktasıdır. Bu gelişte insan, kainattaki her şeyi kendinde toplamış ve kendisi an, kainat zaman olmuştur. Tasavvuf öğretisinde “Kainat insan etrafında döner” denişinin nedeni budur.
Anda yaşam, kıyametiyle ahretiyle an-ı daimde olmak demektir. Anda doğmayan, dolanmayan bir güneş vardır. Orada doğmak, doğurmak yoktur. Orası “De ki: O Allah bir’dir, Allah sameddir, doğmamış, doğurmamıştır ve O’nun hiçbir eşi de yoktur” dediği yerdir.
Günümüzdeki teknolojik gelişim zamandan ana doğru bir yakınlaşma içindedir. Mesela eskiden sesler plaklara alınıp saklanırken, bugün daha net ve aslına daha uygun şekillerde kasetlere ve kompakt disklere alınmakta, yıllar boyunca da bozulmadan saklanabilmektedir. Belki bir gün gelecek, geliştirilmiş, son derece hassas cihazlarla yıllar önceki sesleri de tespit etmek mümkün olabilecektir. Aynı şeyin görüntü cihazları için gerçekleşemeyeceğini kim iddia edebilir? Çünkü bu söylediklerimizin hepsi anda mevcuttur. Kaybolma, zamana has bir keyfiyettir.
“Dem bu demdir” sözü, anı zamana getirmek demektir.