Çok duyarlı bir konuya, kabilelerin gizemleri konusuna girmek üzere olduğumuzun bilincindeydim. “Biz dünyanın çatısında yaşayan insanlarız ve Baba Güneş’in oğullarıyız. Dinimizle, babamızın her gün gökyüzünde hareket etmesine yardım ediyoruz. Bunu yalnızca kendimiz için değil, bütün dünya için yapıyoruz. Ayinlerimizden vazgeçsek, on yıl içinde güneş doğmamaya başlar ve sonsuza dek gece olur,” dedi.
Bu sözlerinden, bir Yerli’nin huzurunun ve onurunun neye bağlı olduğunu anladım. Güneşin oğluydu ve tüm yaşamı koruyan babasının her gün doğup batmasına yardımcı olduğu için evrendeki yaşamı anlam kazanıyordu. Bu düşünceyle, bizim mantığımızın biçimlendirdiği kendimizi haklı çıkarmalarımızı karşılaştırırsak, yaşamımızın ne denli kısır olduğunu anlarız. Sırf kıskançlığımız yüzünden Yerli’nin saflığına gülüyoruz ve kendimizi çok zeki sanıyoruz. Zaten böyle yapmasak, ne denli ruh zenginliğinden uzak olduğumuzu anlar ve bunu kaldıramayız. Bilgi bizi zenginleştirmiyor, tersine, doğduğumuzda kendimizi içinde bulduğumuz mitler dünyasından giderek uzaklaştırıyor.
Bir anlığına Avrupalı mantığından kendimizi soyutlayabilir, kendimizi bir yüzü kıtanın kırlarına, öbür yüzü de Pasifik Okyanusu’na bakan dağın temiz havasına kaptırabilirsek, Pueblo Yerlilerinin bakış açısını sezinlemeye başlayabiliriz. Ama bunu başarabilmemiz için, dünya bilincimizi bir yana bırakmamız ve onun yerine, ardında ne tür bir dünya olduğunu bilmediğimiz, uçsuz bucaksız gibi görünen bir ufku koyabilmemiz gerekir. “Tüm yaşam dağdan gelir,” düşüncesi bir Yerli için çok doğal. Ölçülere sığamayacak bir dünyanın çatısında, Tanrı’ya en yakın yerde yaşadığı inancı da. Üstelik, tanrısı herkesten çok ona kulak veriyor ve duaları herkesinkinden daha çabuk uzaktaki güneşe ulaşıyor. Dağların kutsallığı, Yehova’nın Sina’yla ilgili kehaneti ve Nietzsche’ye Engadin’i yaratabilmesi için gelen esin, bunların tümü aynı dili konuşur. Bir ayinin güneşi etkileyebileceği düşüncesi bize saçma gelse de, daha yakından bakıldığında, düşündüğümüzden çok daha mantıklı ve tanıdık gelmeye başlar. Tüm dinlerde olduğu gibi, Hıristiyanlıkta da belirli davranışlardan ya da örneğin, belirli ayinlerden ve dualardan ve Tanrı’nın hoşuna gidecek ahlaksal bir tutumdan Tanrı’nın etkilenebileceği varsayımı yaygındır.
İnsanın dua etmesi ya da ayin yapması, Tanrı’nın insana yaptıklarına bir yanıt ya da bir tepkidir, ama bununla kalmayıp büyülü bir birleşmeyi sağlamak için yapılan bir “harekete geçirme” de olabilir. Tanrı’nın ezip geçen gücüne karşı geçerli yanıtlar bulabilmek ve Tanrı için bile önemli olan bir şeyleri geri verebilmek insanı gururlandırır, çünkü bunu yapmak insanı metafizik öğenin yüceliğine yükseltir. Kuşkusuz, bir Pueblo Yerlisi kıskanılacak huzurunu, bu bilinçsiz bir varsayım da olsa, “Tanrı ve biz” kavramına borçludur. Böyle bir insan, kelimenin tam anlamıyla, doğru yolda olan bir insandır.