Resim: “Tower of Babel” Pieter Brueghel
Eskiden, çok eskiden bir Babil Kulesi var mıydı, yok muydu? Kazınca bazı kalıntılar bulunsa da, bunların o ünlü Babil Kulesi’yle bir ilişiği olduğunu hiçbir zaman kanıtlayamayacağız gibi geliyor bana; Tevrat’ın yazdıkları doğru olabilir. Tevrat’a göre: bir zamanlar yeryüzünün bütün insanları birlik içindeydiler; çünkü bir tek dil konuşuyorlardı. Günün birinde de bu insanlar “Hadi Babil’de tepesi göğe varan bir kule yapalım” dediler. Aşağılarda olup biteni görmeye gelen Tanrı, “Bak, halk bir, hepsinin de tek bir dili var” diye düşünüp halkın, dilce birleştiği için tasarladığını gerçekleştireceğinden kuşkuya düşmedi. Öyleyse “Dillerini karıştırayım da birbirlerinin ne dediğini anlamasınlar” dedi. Dediğini yaptı. İnsanlar dört bir yana saçıldı. Kule de yarıda kaldı.
Doğrudur belki bütün bunlar. Gene de anlatılanların geçmişteki belli bir gerçekliği yansıttığını söyleyemeyiz. Tanrı yeryüzüne inmiş midir? Tepesi göğü delen bir kule yapmak Tanrı’yı öfkelendirir mi? İnsanların konuştuğu çeşit çeşit diller bir tek dilden mi çıkar? Bu soruları yanıtsız bırakmak, yanıtlamaktan daha yerinde olur sanıyorum. Ne var ki istediğiniz kadar evirip çevirin, Babil söylencesinin o örtülemeyen değeri yine de benimsetiyor kendini. Bu çok sevdiğim söylencede doğru yön, insanoğlundaki en içten özlemlerden birini açığa çıkarmasıdır. Anlaşma: işte insanın tutkuyla dilediği. Babil’den günümüze dek anlaşmayı özleyip durmuşuz biz insanlar. Anlaşmaya cennet gözüyle bakmışız hep. Bu cenneti sağlayan şeyin, herkesin konuştuğu tek bir dil olduğuna inanmışız. Dillerin çeşitliliği ayrılıktır. Başka başka dilleri konuşmak kargaşaya yol açar. Dilde birlik en sağlam güçtür. Dilleri birleştikten sonra Tanrı’ya bile meydan okuyabilir insan.
Kargaşadan yana olanlar yok mu? Var. Çok kez unutmak istesek bile kargaşaya da eğilimlidir insan. Bazen kargaşada rahat ettiği olur. Gelgelelim çoğun uyumda, uyuşmada, anlaşmadadır insanın gönlü. Kendini bildi bileli anlaşmaya yönelmiştir insanoğlu. Bu yönelişin de, ancak herkes aynı dili konuştuğunda amacına erişebileceğine inanmış.
Yeryüzü barışını yalnızca dilbirliğine dayatmak, gelmiş geçmiş savaşları yalnızca dil çokluğundan türetmenin bir sonucu. Barış-savaş durumlarını böylesine yalınlaştırmaksa, bu görünümlerin gerçekteki karmaşık yapılışını alabildiğine bozup çarpıtmaktan başka bir şey değildir. Ona ne kuşku, anlaşmak için çok kez aynı dili konuşmalı. Dilbirliği, anlaşamamak yüzünden doğabilecek ayrılıkların karşılıklı düşmanlıkları giderebileceği bir ortaklık tabanıdır. Birbirlerine karşı tutumları ne olursa olsun, aynı dili konuşanlar, salt bundan ötürü, varoluşlarında dışına çıkamayacakları tek bir yerdedirler. Ne var ki dilde birleşme barışın biricik dayangacı değildir.
Dile yalnızca bir anlaşma aracıymış gibi bakamıyorum. Her anlaşma aracı dil olmasına dildir, ama her dilin varoluşu araçlığında başlayıp bitmez bence. Araç olma, dil varlığına ilişkinse de araçlıkta tükenmez bu varlık. Dil yalnızca insanı insana yaklaştıran, insanları değişik yönleriyle birbirlerine bağlayan bir yol değildir. Dil, insanın tüm evrenle karşılaşmasıdır. Tek tek gerçekler, nesneler, durumlar, olaylar, kullanışlar, olanaklar hep bu karşılaşmada kendini açığa vurur. Adlandırarak evreni biçimler, düzenler, dilce yeniden kurar dil. Evren dile getirdiği kılıkta vardır insan için. Böylece dil, evreni insana açar, insanın evrenin içine sokulabilmesini gerçekleştirir. İnsanın her çevrildiği şeyle bağ kurması, ne çeşitten olursa olsun yaşantılarına konu olabilen bir şeyle bağ kurması dilin başarısıdır. İşte bu başarı dilin salt anlaşmadan fazla bir şey olduğunu tanıtlar. Aslını ararsanız, dille anlaşmanın kaynağı da, bir bakıma, bu fazlalıktadır. Anlaşabilmek için çok kez, anlaşmaya sunulan bir şöyle-ya-da-böyle-oluşun dile ulaştırılmış olması gerek.
İnancıma göre, her dil belli bir karşılaşmanın olup bittiği ortamdır. Ondan, bu karşılaşma her dilde başkadır. Her dil, evreni kendince dile getirir. Her dilin evreni dilce biçimleyişi öbürününkinden ayrıdır. Evren her dilde o dilce yansır. Deveye ilişkin binbir durumu belirtebilen Arapçanın evreni yoğuruşu ile bu belirmelere yer vermeyen Almancanın evreni yoğuruşu birbiriyle özdeş değildir. Her dil tek tek sözcüklerinin söylenişi ve öbeklenme kuralları bakımından, birçok andırmalara, dolayısıyla çevrilme olanaklarına karşın yalnız o dile özgü, biricik bir insan-evren karşılaşmasının sonucudur. Babil Kulesi onarıcılarının çoğun göremediği, görse bile önemsemediği, önemsediği olsa bile unutmak istediği, ama aslında unutmaması gereken bir dil gerçekliğidir bu bence. Bu gerçeklikse dil çokluğunun insan için bir yıkım olmadığını apaçık ortaya koyar.
Herkes kendi dilini benimsetmeye kalkışınca, amaç barışların en barışçası da olsa, savaşların en korkuncunu göze almalı. Dışarıyla bağlarında, yemesinde, içmesinde, her ulus öbürüne kimbilir ne etkiler edecek? Bugün bazı bölgelerde çekine çekine olup biten bile ürkütüyor beni. Öz dillerini konuşup kullanmada, geliştirip işlemede özgür olmalı uluslar. Dil işlerinde imparatorluk ardında koşmak yüz kızartıcıdır.