Resim: ‘Lovers’ Michaela Kraemer
Aşkın doğurduğu istek, yani bütün yüzyılların şairlerinin durup dinlenmeden sayısız biçimlerde dile getirdikleri ve bir türlü tüketemedikleri gibi, hakkını da veremedikleri bu istek (belli bir kadının elde edilmesinden sınırsız bir mutluluk, elde edilmemesinden de anlatılmaz bir acı duyulacağını hissettiren bu istek), kaynağını bireyin günlük gereksinimlerinde ve yoksunluklarında bulamaz. Sevilen varlığın elde edilmemesinden doğan acı için de durum aynıdır. Bu mutluluk da, bu acı da; kendi amaçlarının gerçekleşmesi konusunda yerine konulmayacak bir fırsatı ele geçirmiş olduğunu kavrayan ve bunun hem kazanılabilir hem de kaybedilebilir olduğunu bilen tür ruhunun çırpınışlarıdır. Yalnızca türün sınırsız bir hayatı vardır. Ve bundan ötürü, sınırsız bir istek duyan, sınırsız bir doygunluğa erişen ve sınırsız acı çekebilen şey, yalnız tür ruhudur.Ama tutkulu aşkta, bütün bunların, ölümlü bir insanın yüreğine sıkıştırılmış olduğunu görüyoruz. Öyleyse, bu çeşit bir gönlün, nerdeyse patlayıp dağılacak gibi olmasına ve içine dolan sonsuz zavallılık ile sonsuz coşkunluğu dile getirecek sözü bulamayışına şaşmamak gerekir. İşte bu, sınırsız mecazlara başvurarak, dünya ile ilintili her şeyin yükseğinde uçup duran her çeşit yüce erotik şiirin kaynağıdır.
Çünkü sevilen kimseye karşı gösterilen bu sınırsız hayranlık ve beğeniş, bir takım manevi üstünlüklere ve genel olarak sevilen kadında bulunan herhangi bir gerçek ve nesnel bir niteliğe dayanmış olamaz. Her şeyden önce, sevilen kadın, seven erkek tarafından yeterince tanınmamaktadır. Sevilen kadının, kendi amaçları için hangi ölçüde işe yarar olduğunu, ilk bakışta tür ruhu anlayabilir ancak. Ve büyük tutkular da genel olarak daha ilk bakışta ortaya çıkar.
Nitekim, sevilen kimsenin bir rakip ya da ölüm yüzünden kaybedilmesi de aşık için bütün öteki acıları aşan sınırsız bir acının duyulmasına yol açar. Çünkü bu acıyı bir birey olarak değil, ölümsüz özü bakımından, yani özel hizmetine çağrıldığı tür ruhu bakımından duyduğu için acı, sınırsız bir nitelik kazanır. Kıskançlığın bunca ağır ve acılı olmasının da, sevilen kimsenin bir başkasına bırakılmak zorunda kalınmasının, fedakarlıkların en büyüğü olarak görülmesinin nedeni de budur işte: Bir kahraman her çeşit yakınmadan utandığı halde, aşk acılarından yakınmaktan çekinmez. Çünkü bu acılardan ötürü yakaran, onun kendisi değil, türün ta kendisidir.
Bir insanın aşkı, çoğu zaman komik, kimi zaman da trajik olaylara yol açar. Her ikisinin de nedeni, tür ruhunun eline geçmiş olan bu insanın, onun tarafından yönetilmesi ve artık kendi kendisine ait olmamasıdır. Böylece, bu insanın davranışı, bireysel varlığına aykırı bir hal alır. Aşkın en şiddetli derecelerinde, aşığın düşüncelerine şiirsel ve ulu bir nitelik kazandıran ve onun kendi gerçek ya da fizik amaçlarını göz önünden kaybettirir gibi olan ve bundan ötürü aynı düşüncelere sınırsız ve doğaüstü bir eğilim veren şey, aslında, aşığın tür ruhunun etkisi altında kalmasıdır. Aşık, tür ruhundan esinlendiği için, aşığın düşünceleri şiirsel ve ulu bir anlam, hatta bir çeşit sınırsızlık ve doğaüstü nitelik kazanmaktadır. Aşığı dünya ile ilintili her şeyin üstüne, hatta kendinin bile üstüne çıkaran ve fizik isteklerinin doğaüstü bir kılığa bürünmesini sağlayan şey, sınırsız önemi olan işler gördüğünün hissedilmesidir. En kaba insanın bile hayatında, aşkın şiirsel bir hikaye haline gelmesi ve en sonunda, kimi zaman, komik bir görünüşe bürünmesi de bundan ötürüdür.
Kendisini türde nesnelleştiren iradenin buyruğu, aşığın bilincinde, sevdiği kadınla birleşmesinden doğacak sınırsız mutluluğun önceden hissedilmesi biçiminde dile gelir. Aşkın en şiddetli derecelerinde, bu aldanış (kuruntu), öylesine parlak ve çekici bir hale gelir ki, sevgilinin elde edilmesi gerçekleşmeyecek olursa, hayat bütün çekiciliğini kaybeder ve kasvetli, bomboş bir şey gibi gözükür; hatta bu durumda, yaşamaya karşı duyulan tiksinti öyle bir dereceye varır ki, kimi zaman hayata bile bile son verilir. Böyle bir kimsenin iradesi, türün iradesinin girdabına kapılmıştır ya da türün iradesi birey üzerinde öylesine bir egemenlik kurmuştur ki böyle bir adam, türün temsilcisi olarak davranamazsa, kendi adına davranmaktan vazgeçer. Bu durumda, birey belli bir nesne üzerinde yoğunlaşmış olan tür isteğini taşıyamayacak kadar dayanıksız bir araçtır. Bundan ötürü, sözü geçen durumda yapılacak tek şey, intihar etmektir. Kimi zaman da tek çıkar yol, her iki aşığın da birlikte canına kıymasıdır; ta ki doğa, bu umutsuz durumun bilincini örten deliliğin araya girmesine izin versin. Yukarıda anlattıklarımızın gerçekliğini kanıtlayan çeşitli olaylar, her yıl mutlaka kendini duyurmaktadır.
Bununla birlikte, trajik sonuçlar doğuran şeyin sadece doyurulmamış aşk tutkusu olduğunu sanmak yanlıştır; doyurulmuş aşk tutkusu da, çoğunlukla mutluluğa değil mutsuzluğa götürür insanları. Çünkü böyle bir aşkın istedikleri (talepleri), aşkı duyan kimsenin kişisel rahatı ile öylesine çatışır ki, sonunda bu rahatı yıkacak hale gelir.