Bir makine, yapısını parçalarının gücü ve sertliği sayesinde muhafaza ettiği gibi, canlı bir sistem de ayakta kalacaksa devamlı yeniden düzenlenmek zorundadır. Hayat bir şehir meydanındaki çeşmeyle karşılaştırılabilir, zira onun güvenliği sabit deviniminde – suyun sürekli akışında – yatmaktadır. Eğer çeşme belli bir an için aksaydı, sonuç ani bir yıkım olurdu. Aynı şekilde nehirdeki girdap, akan suya sürekli açık olması nedeniyle hep kararlı bir haldedir. Hayat sürgit bir hareket, devamlı yanıp sönen bir alevdir.
Beş yüzyıldır ayakta kalmış bir ağaç, devamlı akış halindeki bir devinimin içindeki bir girdaptır. Onun görünürdeki sertliğine rağmen, ağaç çevresine açıktır. Yaprakları yoluyla oksijen, karbondioksit ve su buharı gibi gazların alışverişini yapar. Güneşin enerjisi her bir yaprağın üzerine düşer ve ağaca besinini sağlayan karmaşık kimyasal tepkimeler gerçekleşmesi için güç verir. Su ve mineraller köklerine girer ve gövdeden yapraklara doğru akar. Yapraklarda yapılan şeker, ağacın gövdesine döner.
Tıpkı onunla akan bir suyun oluşturduğu girdap gibi, bir ağaç da topraktan akan bir su, yapraklarına giren hava ve onu işleyen güneşle ayakta kalır.Bir açıdan bakıldığında ağaç durağanlığı temsil edebilir, ama diğer bir açıdan o sürekli bir tepki verme durumundadır ve ağacın nerede bitip, toprağın, havanın ve güneş ışığının nerede başladığını gösteren kesin bir sınır da yoktur.
Ağacın, mum alevinin, nehir girdabının, toplumun ve insanın hayatı ve kararlığı dış dünyaya açık oluşta ve hassas, sürekli değişen hareketler ve düzenlemeler yapmakta yatmaktadır. Bir vecizenin dediği gibi, “hayat su gibi akar”.
Oysa toplumumuzun yaptığı çoğu şey, bundan farklıdır. Büyük bir ölçüde kendimizi doğadan ayırdık ve kendimizin yaratılışın hükümdarı olduğumuza inanıyoruz, tüm dünya bizim sömürümüz ve kullanımımız için düzenlenmiş güya. Aslında kendimizi doğal düzene karşı mücadele eden ve dünyanın zenginliklerini ele geçirmek için tüm sıkıntıların üstesinden gelmeye çalışan kahramanlar gibi gördük.
Çevrebilimci ve yazar W. Meeker, gezegenimizin artık bireyin doğal dünya üzerinde baskı kurmaya çalıştığı ve onun yasalarına karşı savaştığı, kahramanca bir toplumu destekleyebilecek durumda olmadığını belirtmektedir. “Hayat mücadelesi komedisi” yerine gündelik hayatlarımıza canlılık katacak, bizi toplumla uyum içinde kılacak yaratıcı bir oyun ruhunun gerekli olduğunu söyler. Toplumumuz dünyanın devinimleri içinde yüzmesini öğrenmelidir. Bir ağaç gibi değişime açık olmalı ve kendini sürekli yeniden düzenleyebilmelidir. Sabit olanın, her zaman öngörüsel olduğunu ve sadece belirli sınırlar ve bağlamlar içinde tanımlandığını anlamak zorundayız. İçsel ve ortak haritalarımız dış dünyanın gerçekliğiyle uyum içinde kalmalı ve tamamen yeni bir etiği ve varlık anlayışını kapsamalıdır.