Yaşamımızı sürdürmek için ihtiyaçlarımız var. Bu ihtiyaçlar beslenme, sağlık, barınma, giyinme ve eğitim olarak özetlenebilir. Tabii bu temel ihtiyaçların yanında sevme ve sevilme, kendini güvende hissetme, başarı ve mutluluk da sıkça bayram tebriklerinde geçen temenniler arasında yer alır. Bunlar da ruhsal ihtiyaçlarımız arasında sayılır.
Günümüzde dünya kaynakları doğru dağıtılsa, temel ihtiyaçların tamamını karşılamaya yetiyor. Ne yazık ki ekonomik sistemi kurgulayış biçimimizden dolayı ve ekonomik sistemin kullandığı araçların doğayı kirletip bozarak mevcut doğal varlıkları yer yer yok etmesi nedeniyle insanların büyük bir kısmı bu ihtiyaçlarını karşılayamıyor. İnsanlık adına ve ahlaki açıdan, bizimle dünyayı paylaşan insanların ve diğer doğal varlıkların ihtiyaçlarını karşılayamıyor olması bir utanç kaynağı. Ekonomik sistemin etkisi ve toplumsal sistemdeki kurgulanış biçimi ise ruhsal ihtiyaçları tamamen karşılayacak koşulları sağlamıyor.
Ekonomik sistemdeki temel yanlışlardan biri bir “tüketim ekonomisi” yaratılmış olması. Dünya bir tüketim çılgınlığı içinde. Tüketim ekonomisinde, kişilerde veya tüzel kişiliklerde biriken artı değerler ya daha çok tüketimi besleyen üretim için yatırıma ya da tüketimin kendisine gidiyor. Reklam sektörü ise ihtiyaçlar için insanları etraflıca bilgilendirmekten ziyade ihtiyaç duygusu yaratma ve toplumsal statü belirleme üzerine kurulu. Bir şeye sahip olmak, belirli markaları tüketmek, ihtiyaçlarımızı karşılamaktan öte toplumsal grubumuzu ve statümüzü belirliyor. Gereksiz yere ortaya çıkan bu tüketim ise doğa üzerinde geri dönülmesi imkansız veya çok zor ve aşırı harcamalar gerektiren büyük tahribatlara yol açıyor. Bunun sonucunda da paylaştığımız gezegenimiz hızla yaşanmaz hale geliyor. Sonunda bizimle beraber bu gezegeni paylaşan bütün canlıların ölmesi veya acı çekmesi söz konusu.
Yeni bir kullanım ahlakına veya tüketmeme ahlakına ihtiyaç var. Tüketmek yerine kullanmaya ya da daha az kullanmaya yönelik değerlerin ekonomiyi şekillendirmesinin yollarını bulmalıyız. Bu kapsamda ekonomik üretime yapılan yatırımların, öncelikli olarak temel ihtiyaçları kaliteli ve düşük maliyetlerle ve çevreye en az zarar verecek şekilde karşılamasına yönelik olarak örgütlenmesi gerekiyor. Sanayinin bu değerlere göre şekillenmesi ise ancak devlet politikalarının bu yönde teşvikler vermesi ve ortak kurallar koymasıyla mümkün. Reklam sektörü ise toplumsal ve çevresel fayda üzerine kurgulanmalı. Nasıl tütün reklamlarına yönelik düzenlemeler varsa, aynı şekilde reklam içerikleri ve yoğunluğuna dair düzenlemelerin de bu yeni toplumsal değerler çerçevesinde şekillenmesi gerekli. Bu değerler çerçevesinde toplumsal statü de ne kadar tükettiğimizle değil, ne kadar az kullandığımızla belirlenir hale gelmeli. Toplumsal bilincin daha az kullanmaya göre geliştirilmesi evden başlayıp yüksek öğrenime kadar devam eden eğitim sürecinde bu değerlerin içselleştirilmesiyle mümkün. Gereğinden fazla ve doğal varlıklar üzerine yük getiren kullanımların toplumsal açıdan kabul edilemez hale gelmesi ne yazık ki zaman alacak. Dünyanın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulması ancak buna yönelik politikaların bugünden hayata geçmesiyle mümkün.
Hemen tüketimden vazgeçmeli, tasarruf ve yetinme değerlerine sahip toplumsal dönüşümü gerçekleştirmeliyiz, dünyamız tükenmeden!