Çağdaş insan yalnızdır! Kişiliği geliştikçe, geçmiş yaşantılarla gelecek beklentiler arasında yeni bileşimler yapıp bağlantı kurdukça, kendine özgü bir dünya oluşturur. Ancak bu dünya içindeki temel duygu kaygıdır. Dağ tepesinde, ormanda, denizde tek başına kalan insan da aynı kaygıyı duyar. Bir başka deyişle, yalnız olmanın, tek kalmanın yarattığı bir duygudur kaygı.
İnsan, insanlar arasında da yalnızdır.
Çağdaş insanın yalnızlıktan duyduğu kaygının, Danimarka’da gezdiğim çağdaş resim ve heykel sergisinde sanatsal bir yapıt olarak somutlaştırıldığını gördüm. Bu yapıt yaklaşık iki metre yarı çapında, dışı mozaik gibi dizilmiş ufak ayna parçalarından yapılmış, pırıl pırıl renkli ve ışıklı bir küreydi. Bütün çevre değişik biçimlerde bu aynalardan yansıyıp duvarlarda değişik şekiller oluşturuyordu. Kürenin bir yerinden içeri girilebiliyor, kapı kapanınca kürenin içinde koyu karanlık bir boşluk oluşuyordu. Bu boşluğun içinde kalan insanın ilk duygulanımı kaygıydı. Dışarıya değişik biçimlerde yansıyan renkli, ışıklı, pırıl pırıl bir dünyanın içindeki duyguydu bu.
Çağdaş insan da böyledir. İçinde yaşadığı dünyadan kaygılanır. Dışa yansıttığı değişik biçim, renk ve ışıktan oluşan görünüşünün altında kaygılıdır. Yaşadığı her an onun için kaygı yaratır, çözümlemesi, aşılması gerekli bir engel oluşturur. Bu engeli aşmak için gösterilen çaba, yeni yeni davranışların ve eylemlerin ortaya çıkmasına neden olur.
İnsanın kendine, iç dünyasına dönüş nedeni, kendisinden bir şeyler beklediğini gösteriyor. Öteki kişilerle kurulan duygusal ilişkilerin bile, bir süre sonra çeşitli çıkarlar yüzünden nesnel duruma geldiğini, yabancılaştığını gören insan, kendi kişiliğinin öznel yanlarına dönmek gereğini duyuyor. Böylece yaşamına bir anlam vermeye çalışıyor.