Resim: Hakan Gürsoytrak, ‘Yeryüzü Cenneti’
Mevcut ekonomi sistemimiz, maksimum üretim ve maksimum tüketime dayalıdır. Halbuki 19. asrın ekonomisi maksimum tasarrufa yönelikti. Dedelerimiz ve ninelerimiz güçlerinin yetmediği bir şey satın almayı bir ayıp, bir kusur sayarlardı. Ama günümüzde bunu yapmak bir meziyet oldu. Yapay (lüks) ihtiyaçları olmayan, kredi kartı ile alış veriş yapmayan, sadece gerçek ihtiyaçlarına göre harcamada bulunan bir kişi politik bir suçlu gibi görülmeye, tuhaf bir tip olarak nitelenmeye başladı. Bugün televizyon ve müzik setleri olmayanlar anormal insan gibi görülüyorlar. Bütün bunlar bizi nereye sürüklüyor?
Cevap basit: Sınırsız tüketim. Kendisini bu yeni ideale adayan ve bunu neredeyse bir din yapan yeni bir insan tipi üretmiştir. Artık modern insan cenneti, her şeyin bulunduğu, kredi kartlarını kullanabileceği ve hatta sadece her istediğini değil, komşusundan biraz daha fazlasını alabileceği devasa bir süpermarket olarak hayal etmektedir. Bu toplumsal sendromun (hastalık belirtilerinin) bir parçasıdır. Artık insanın kendisine verdiği değer, sahip olduğu şeylerle doğru orantılıdır; en büyük olmak istiyorsa, en fazlasına sahip olmak gerekmektedir.
Bu ekonomik sistemde insanların çoğu, ihtiyaçlarından fazlasına sahip olsalar bile, tüketime ayak uyduramadıklarından kendilerini hala fakir hissetmektedirler. İşte bu durum pasifliği, kıskançlığı, hırsı ve sonuçta da içsel zayıflığı, güçsüzlük hissini ve aşağılık kompleksini beslemektedir.