Genel olarak bireylerin espri anlayışının benlik anlayışı ile ne kadar ilgili olduğu pek anlaşılmış bir gerçek değildir. Mizah anlayışının temel görevi benlik duygusunu muhafaza etmektir. Onun sayesinde salt insanlara mahsus bir yetenekle en zor durumlarda bile kendimizi ayakta tutabiliriz. Mizah, kendimizle problemlerimiz arasına bir mesafe koymanın ve sorunlara dışarıdan belli bir perspektifle bakmanın en sağlıklı yoludur. Panik esnasında birey gülemez, çünkü kendiyle dış dünya arasındaki ayrımı yitirmiştir. Dolayısıyla gülebildiğimiz müddetçe endişe ve korkunun egemenliğinden kurtuluruz – nitekim halk arasında tehlike anında bile gülebilenlerin gerçekten cesur olduğu inancı yaygındır. Psikolojik rahatsızlıkları olanlarda bile, hasta gerçek bir mizah anlayışını kaybetmediği sürece, başka bir deyişle güldükten sonra kendine bakıp, “Ne kadar çılgınım ben!” diyebildiği müddetçe benlik olgusunu yitirmemiş demektir. Psikolojik problemlerimizi – nörotik olsun ya da olmasın – anlamaya çalıştığımızda, ilk tepkimiz genellikle ufak bir gülümsemedir. Gülmemize neden olan şey, objektif bir dünya içinde tepkiler veren sübjektif bir varlık olduğumuzu algılamamızdır.
Mizahın günlük hayatımızdaki rolünü inceledikten sonra şimdi şu soruyu soralım: Toplumumuz mizahı ve gülmeyi nasıl algılıyor? Hiç şüphesiz bu soruyu cevaplarken karşılaşacağımız en ilginç gerçek gülmenin metalaştırıldığı gerçeğidir. ‘Bir kahkaha’ denir veya bir filmin ya da radyo programının ne kadar güldürdüğü bir sürü makinenin ses ölçümleriyle kanıtlanmaya çalışılır. Kısaca, bir düzine portakaldan, bir sepet elmadan bahseder gibi kahkahayı da belli miktarlarla ifade etmeye bayılırız.
Yine istisnalar karşımıza çıkıyor: Örneğin E.B. White’ın yazıları, mizahın okurun insan olarak hissettiği değer ve gururu nasıl derinleştirdiğini ve onu ilgilendiren konularla yüz yüze geldiğinde gözlerindeki bağı nasıl çözdüğünü kanıtlıyor. Ama çoğunlukla gülmek denince aklımıza miktara bağlı kahkahalar geliyor. Bu çağrışımları da radyo için tuhaf programlar üreten yapımcıların ‘bas düğmeye olsun’ tekniklerine borçluyuz. Tuhaf radyo programlarında “kahkaha”, Thorstein Veblen’in deyimiyle “kahkaha gazı” şeklinde sunuluyor. Dinleyici bilinçsiz bir kahkaha atarken tüm duyarlılığını ve farkındalığını yitiriyor. O zaman gülmek, sorunlarla savaşmak için yeni ve cesur bir bakış açısı kazandıracağı yerde bireyi devekuşu misali her şeyden kaçmaya itiyor. Bu tür gülmenin gerginlikten uzaklaştırıcı etkisi, alkole ve cinsel ilişkiye benzetilebilir. Yalnız bir şeyi unutmamak gerekiyor: Alkol almaktaki veya cinsel ilişkideki amaç gerçeklerden kaçmaksa, aktivite sona erdiğinde birey kendisini aynı önceden olduğu kadar yalnız ve terk edilmiş hisseder. Aynı şey gerçeklerden kaçmak için atılan kahkahalar için de geçerlidir.
Başka tip bir gülüş tarzı ise ‘intikam gülüşü’dür. Bu tip gülmenin gülümsemekle en ufak bir ilgisi yoktur ve karşı tarafa yönelik kazanılmış bir zaferi simgeler. Öfkeli birisinin suratında göreceğiniz gülüş, ‘intikam gülüşü’dür. Bana sorarsanız, ‘intikam gülüş’ denilen şey, Hitler’in gülümsediği iddia edilen fotoğraflarındaki o sinir bozucu yüz ifadesidir. Onda kendi varlığını zenginleştirmeye yönelik yeni bir adım atmış birey havası değil, başkalarının benliklerini ezip geçmiş bir insan havası vardır. Aynen ‘kahkaha gazı’ örneğinde de belirttiğimiz gibi, ‘intikam gülüşü’ de bireyin kendi özüne ait değer ve onur bilincinden ne kadar uzaklaştığını kanıtlar.