Ateist Ölümden Korkmalı mıdır?

0
2455
“Eğer insanın ölümsüzlük inancını yok edecek olursanız, aynı anda sadece sevgiyi değil; dünyaya hayat veren yaşama gücünü de tamamen tüketmiş olursunuz.“
— Fyodor Dostoyevski

 

Teizmle ateizm arasındaki karşıtlık en keskin biçimde ölüm konusunda kendini gösterir. Çünkü ölüm üzerine kafa yorduğumuzda, teizm bizi hem kişisel hem de kişisel olmayan açılardan rahatlatabilir. Kişisel bakımdan, teizm bize ebedi hayat, ölümden sonra daha iyi bir varoluş umudu verebilir. Kişisel olmayan açıdan, tüm doğal şeylerin gelip geçiciliğinden duyduğumuz kedere bir çare sunabilir. Gördüğümüz her şey fanidir, Tanrı ise ebedi ve daimidir. Ve sevgi ve iyilik gibi, değerli olan şeyler onda gizli olduğu müddetçe, o şeyler de ebedidir. Ama görünen o ki, ateist için değişmeyen ve yok olmaya yüz tutmayan hiçbir şey yoktur.

Gelgelelim bütün teistler ölümden sonra hayata inanmaz. Ve bazı teistik olmayan dinlerde de ruhun ölümsüzlüğü fikri vardır. Dolayısıyla, teizmle ateizm arasındaki zıtlık her zaman çok şiddetli olmayabilir. Buna rağmen, teistler genelde ölüme ve gelip geçiciliğe ilişkin ayrıksı bir görüşe sahiptir ve bu görüş onlara huzur ve güven verir. Peki, her şeyin sonunu düşünürken ateistin elindeki kaynaklar nedir?

Ölüm zamana bağlı bir olgu, bir tür değişimdir ve dolayısıyla zaman içinde vuku bulur. Dahası, karşımıza çıkardığı bilmecelerin birçoğu zamanın özelliklerinden gelir. Ölüme ilişkin ilk anda akla gelen sorulardan bazıları şunlardır:

1. Niçin doğmadan önceki, geçmiş var olmayışımızdan daha çok ölümden sonra gelecek var olmayışımızdan kaygı duyarız?

2. Hayatımızın etkilerinin biz öldükten sonra da sürüp gitmemesinden niçin korkuya kapılırız? Niçin, örneğin, unutulmaktan ve çeşitli tasarılarımızın hiçliğe gömülmesinden korkarız.

3. Termodinamiğin İkinci Yasası’na göre, evrenin donmuş ve ölü olacağı gelecek zamanın sonsuz bir biçimde sürüp gitmesi bizi niçin ürkütür?

4. Şayet ölümden korkuyorsak, niçin bazılarımız bunun tersinden de, hayatımızın ebediyen sürmesinden de (belki daha fazla) korkarlar? Ne ölümlülüğü ne de ölümsüzlüğü istemek çelişkili değil midir?

Ölümden sonra bedenden kurtulmuş bir biçimde var olmayı sürdüreceğimize inanmıyorsak, ölüm düşüncesi korkutucu gelebilir. Ne var ki ölüme karşı tutumumuz, bir dereceye kadar, zaman görüşümüzce koşullanır. Gündelik deneyimlerimize dayanarak edindiğimiz şeylere ilişkin sıradan kavrayışımıza göre zaman, olayların geçmiş zaman içinde ebediyen kaybolup gittiği anlamında akar. Gelecek olayların geçmiştekilerden daha büyük önem taşıdıkları ve gelecek talihsizliklerin geçmiştekilerden çok daha kötü olduğu düşünülür. Bu bildik anlayış, kısmen geçmiş ve geleceğin şimdiki zamandan daha az gerçek olduğu görüşüne dayanır: Geçmiş olup bitmiş, gelecek ise henüz gelmemiştir. Bu, öldüğümüzde, gerçekliğin parçası olmayacağımız ve önemimizin de azalacağı anlamına gelir.

Bildik zaman anlayışı yanlış olabilir, zaman aslında akmıyor olabilir ve bütün zamanlar eşit oranda gerçek olabilir. Bu farklı görüşe göre, geçmiş burası ve orası ayrımına çok benzer. Bu zaman anlayışı, ölümden sonra gelecek var olmayışımızın doğumumuzdan önceki geçmiş var olmayışımızdan farklı bir şey olmadığı iddiasına destek verir.

Dünyaya ilişkin olaylara bakışımızı etkileyen belli metafizik kavrayışlar vardır. Bence, bütün zamanların gerçek olduğunu savunan zaman teorisi bunlardan biridir. Bazı insanlar için, böyle bir fikrin psikolojik etkileri tamamen olumsuzdur. Eğer gelecek zamanlar gerçekse, olacaklar şimdiden bellidir ve böylelikle biz kaderin pençesine düşmüş oluruz. Fakat bu zaman görüşü, pozitif etkiler de yapabilir. Değer verdiğimiz her şeyin geçip gitmesinden yeise kapılmamıza gerek yoktur; çünkü eğer zamanın akışı bir yanılsama ise, bu şeyler ebediyen gerçektir. Ve ölüm artık hiçliğe açılan bir kapı değil, hayatımızın zamana bağlı sınırlarından biridir yalnızca.

Bir görüşe göre, din dünyanın metafizik bir kavrayışına dayanan bir hayat tarzıdır. Başka bir görüşe göre, dünyanın kurgusal kavrayışına dayanan bir hayat tarzıdır. Sonuç olarak belirtmek istediğim şey, ateist bu tarzların ikisini de savunabilir. Bahsettiğim ateizm, bütün dinsel düşünce ve dillerin reddinden çok teolojik gerçekçiliğin reddidir. Bu ateist, bizden bağımsız olarak, yaratılıştan ve dünyanın düzeninden sorumlu olan ilahi bir varlığa inanmaz. Bu özel olarak değerli bir kendini kandırma biçimi olarak dinsel pratikle pekala bağdaşır. Ancak, ek olarak, ateist dünyanın gerçekte nasıl olduğuna ilişkin metafizik bir kavrayış, deneyimin doğrudan vermediği bir kavrayış sahibi olabilir; ama bu kavrayıştan neyin önemli olduğuna dair kendi anlayışını çıkarır. Bu anlamıyla, onun metafiziği bir dindir.

KaynakRobin Le Poidevin, 'Ateizm: İnanma, İnanmama Üzerine Bir Tartışma'
ihtiyarbilge
Bilgeliği aramak bilgeliktir.

Bu yazılar da ilginizi çekebilir


YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz