Kişisel varlığımızın, dünyamızdaki diğer her şeyin bütününe bağlı olduğunu bir kez anladığımızda, koşulsuz sevginin ne olduğunu algılayacağız. Sevgi, ön yargısız olarak her şeyi kendiniz gibi ve kendinizi her şey gibi görmektir. Çünkü aslında hepimiz bir bütünüz. Eğer hepimiz bir yıldızın merkezinden geldiysek, her birimizin atomları da o yıldızın merkezinden gelmiş demektir…
O halde hepimiz aynı şeyiz. Bir kola makinası veya bir izmarit de, o yıldızın atomlarından yapılmıştır. Hepsi de sizin ve benim gibi binlerce kez dönüşüme uğramıştır. Bu yüzden, o dışarıdaki şey benim. Peki o zaman bunda korkulacak ne var? Aradığımız teselli nedir? Hiçbir şey… Korkacak bir şey yok çünkü, her şey biziz.
Asıl sorun doğduğumuz andan itibaren ayrıştırılmamız ve bireyselleşmemiz için bir isim ve bir kimlik verilmiş olması. Bütünlükten ayrılmış olmamız… Biz insanlar, doğayı ve güçleri oluşturan atomları ve heykeltıraşlığını yaptığı bu evreni gördük. Biz… evrenin gözleri, kulakları, düşünceleri ve duygularıyız, ve sonunda aslımızın ne olduğunu merak etmeye başladık.
Yıldızları oluşturan yıldız tozu, milyar-milyarlarca atomun organize bütünlüğü, doğanın evrimi, çok uzun bir yoldan geçerek Dünya gezegenindeki bilinç şeklini aldı. Bağlılıklarımız canlı türlerine ve gezegenedir.Yaşamı devam ettirme ve gelişme zorunluluğumuz sadece kendimiz için değil, aynı zamanda özümüzü oluşturan muazzam ve kadim evren için de geçerlidir. Hepimiz tek bir türüz. Yıldız ışığını toplayan yıldız tozuyuz.