Ölüm yaşamın doğal bir uzantısıdır. Zamanını ve yerini bilmesek de hepimizin er ya da geç ölümle karşılaşacağı tartışılmaz bir gerçektir. Ne var ki, bu gerçeği çoğu kez gözden ırak tutmayı yeğleriz, aklımıza getirmek istemeyiz, çocuklarımızı bu sevimsiz konudan uzak tutmaya çalışırız, ölüm yokmuş gibi yaşamımızı sürdürmek isteriz. Bütün bunlar, bilinçsizce ölümü inkar etme, ölümden kaçma çabalarıdır. Kimi zaman bu kaçışı, ölümün doğal bir şey olduğunu, nasıl olsa herkesin sonunda öleceğini öyleyse bu konuyu fazla uzatmanın bir anlamı olmadığını söyleyerek yaparız. Bütün yaygın dinlerin kutsal kitaplarında ölümün bir son olmadığı söylenmesine rağmen bazılarımız tek gerçek yaşamın bu dünyadaki yaşam olduğunu söyler ve “ben ölünce her şey de benimle birlikte sona erecek” düşüncesiyle gününü gün etmeye çalışır.
Ölüme karşı takınılan tavırlar, aslında yaşama karşı olan tavırlarımızdır. Öyleyse ölümü ciddiye almak, aynı zamanda yaşamı da ciddiye almak demek olacaktır. Ölümü ciddiye alanların ve kendilerini ölüme hazırlamaya çalışanların sayısı oldukça azdır. Oysa ölümün bir son olmadığını bilmek bu yaşama daha saygılı, sorumlu ve duyarlı olmayı doğurur. Ölümü tanımak, yaşamı da tanımaktır. Kendini bilmek, gerçek özgürlüğe ulaşmak ve gerçeği anlamak ölümü bilmekten ayrı tutulamaz.
Günümüzde pek çok kimse, “ölümden kaçmanın nasıl olsa mümkün olmadığı, öyleyse bunu dert etmenin bir işe yaramayacağı” görüşüyle hareket ederek bir yandan ölüme karşı duydukları korkuyu örtmeye çalışırken bir yandan da yaşama karşı umursamaz bir yaklaşımla her şeyi bencilce, kendi çıkarları doğrultusunda ziyan etmekte bir sakınca görmemektedir. Bu tavırla dünyayı giderek yaşanmaz bir yer haline getiren modern çağ insanı, daha çok para, daha çok şan şöhret, daha çok güç elde etmeye çalışırken ölümü unutmuş gibidir. Bu tavır bugün dünyada yaşanan sosyal çöküntünün belki de temel nedenidir.
Bazı kimseler de bu dünyadaki yaşamın yüküne daha fazla dayanamayıp ölümü seçerek tüm sorunlarından kurtulmaya çalışırlar. Bu gibi kimseler de ölümün her şeyin sonu olduğunu düşünen, ölümü bilmeyen, kendini tanımayan talihsiz kimselerdir. Ölümden korkmak ya da filozofça söz oyunları ile ölüme aldırmamak, değerli zamanımızı boşa harcamaktan başka bir işe yaramaz. Aslında belki de yaşamımızın amacı bir anlamda kendimizi ölüme hazırlamak olmalıdır. Sadece yaşlanınca ya da hastalanınca ölüme hatırlarsak, kendimizi hazırlamak için yeterli zamanı bulamayabiliriz.
Evet, ölüm gerçekten yaşam denen yolculuk boyunca bu dünyada maddeleşebilmek için kullandığımız aracın yani bedenin değişim geçirmesi, başka bir deyişle sonu demektir. Bir tırtıl kendini sadece bir tırtıl olarak gördükçe kozasını örerek ölüme çekilir ama durumu dışarıdan gözleyen bir kimse için tırtılın ölüm dediği şey aslında onun bir kelebek olması demektir. Yaşamı otomatik pilot programındaki ölçülerle değerlendirmekten vazgeçersek günlük yaşamın geçici özelliklerini “nihai gerçek” gibi görmekten de vazgeçer, asıl gerçeği yaşamı ve ölümü bilebiliriz. Yapılan meditasyon egzersizlerinin amacı, yaşamın güçlüklerinden kaçıp sahte bir huzura kavuşmak değil, yaşamın ve ölümün gerçeğini bilmek, kendi özümüzü tanımaktır ve bu bilgiye ulaşmak bu dünyadaki yaşamımızın amacı olmalıdır.