İnsan kanının nelerden meydana geldiği problemini, geleneksel fizyolojinin ilk üç yanılgısının mantıksal bir sonucu olarak ele almak gerekiyor. Problem şudur: Fizyolojinin ve patolojinin bizlere empoze ettiği gibi, akyuvarlar, yaşamı korumak, hastalık yapıcı maddeleri yok etmek ve vücudu yüksek ateşe, enfeksiyonlara vs bağışık kılmak için belirleyici özellikte canlı hücreler midir?
Yoksa bunun tam tersi bir durum mu söz konusudur? Yani bu hücreler, aslında Dr. Thomas Powell’in tanımladığı gibi atık maddeler, bozulmuş, özümlenmemiş, mukus gibi maddeler midir? Vücutta hiçbir işe yaramayan hastalık yapıcı besin parçacıkları mıdır? Başka bir deyişle, akyuvarlar, gerçekte Batı tüketicisinin, günde üç kez midesine tıktığı protein ve karbonhidrat oranı yüksek karma besininin atık maddeleri midir? Hastalıkların kaynağında yatan esas neden ve benim mukus dediğim şey yoksa bu mudur?
Patoloji bilimi, hastalık sırasında akyuvarların çoğaldığını ileri sürerken bir anlamda gerçeğe yaklaşmış oluyor. Fizyoloji bilimi de sindirim esnasında vücutta çoğaldıklarını ve bunların protein ağırlıklı besinlerden ileri geldiğini belirtiyor.
Bu kesinlikle doğrudur ve aynı zamanda protein ağırlıklı besinler konusundaki yanılgının doğal bir sonucudur.
Tıp bilimi buna böyle yaklaştığı ve sağlık açısından normal kabul ettiği için doğal olarak hasta olmayan birinin kan dolaşımında bu akyuvarların bulunması gerektiği kanısına varıyor, çünkü akyuvarlar her insanda bulunuyor. Batı medeniyetinde, organizmasını çocuk yaşlardan itibaren inek sütü, et, yumurta, patates ve tahıl ürünleriyle tıkamamış bir tek kişi bulamazsınız.
Günümüzde mukussuz bir insana rastlayamazsınız!
Yayımlanan ilk makalemde, beyaz ırkın hasta, patolojik ve doğal olmadığını açıklamıştım. Birincisi, beyaz ırkın renkli deri pigmenti renk verici mineral tuzlarından yoksundur; ikincisi ise, beyaz ırkın kanında çok fazla oranda akyuvar, mukus ve atık maddesi bulunmaktadır, ki bunlarda beyaz renktedir, bu da vücudun genelinde beyaz bir görünüme neden olmaktadır.
Beyaz ırkın insanındaki deri gözenekleri beyaz ve kuru mukusla tıkalıdır; tüm doku sistemi de aynı görünümdedir. Bu yüzden beyaz, soluk ve kansız görünümüne hiç şaşmamak gerekir. İnsanda görünen aşırı solgunluğun “olumsuz bir işaret” olduğu herkesçe bilinir. Bir arkadaşımla uyguladığım birkaç aylık mukussuz besin ve güneş banyosundan sonra tıpkı kızıl derililere benzemiştik. Bizi görenler, başka bir ırka ait olduğumuzu sanıyorlardı. Bu görünüşümüz tabii ki vücudumuzda yoğun olarak bulunan alyuvarlardan ve akyuvarların azlığından ileri geliyordu. Sabah yediğim bir parça ekmek sonrasında bile yüzümdeki solgunluğun belirtisini fark edebiliyorum.
Akyuvarların “işlevleri” ve doğayla ilgili yanılgılar konusunda tıp “biliminin” ileri sürdüğü gerekçeleri dile getirmenin henüz zamanı değil.
Bu konuyla ilgili gerçek kanıtlar arıyorsanız, Dr. Thos. Powell’in 1909’da yayımlanan “Sağlığın ve Hastalıkların Temel Koşulları” adlı kitabını okumanızı öneririm. Bu kitap, benim 1913’te İngilizce’ye çevrilen “Mukus Teorisi” adlı kitabımın Avrupa’da yayınlanmasından birkaç yıl sonra çıkmıştır. İkimiz de birbirimizin kitaplarından habersizdik. Dr. Powell, hastalıkların nedenleri, akyuvarlar ve tıbbi yanılgılar konusunda, prensipte benimle aynı düşünceleri paylaşıyor. Tek fark, benim “mukus” dediğim şeye onun “patojen” demesidir.
Ancak benim boşaltım ve beslenme konusundaki metotlarım, onun metotlarından esaslı bir şekilde ayrılıyor. Akyuvarların bileşimi, kan plazması, kan serumu ve hemoglobin konusunda bile tıp “bilimi” eksik bilgilere sahiptir.
Bilmemiz gereken en önemli iki gerçek şudur:
Birincisi; insan kanındaki Demir yaşamsal bir gerekliliktir.
İkincisi; kandaki şeker. Fizyolojik-kimya ve mineral teorinin kurucusu Hensel, “Yaşam” adlı kitabında şöyle diyor: “Demir, kanımızda kimyasal olarak gizlidir.” Doktorlar eksik olan kimya bilgilerinden dolayı bundan habersizdi. Aynı kitabın 36. Sayfasında ise şöyle diyor: “Kanımız protein, şeker ve demir oksitten oluşan bir bileşiktir; ancak ne şeker ne de demir, normal kimyasal testlerle saptanamadığı için fark edilemiyor. Testin tam anlamıyla yapılabilmesi için önce kan proteininin yanması gerekir.”
Kanımca bunun anlamı şudur: Kanımızın kırmızı rengi, bu “çok özel sıvının” karakteristik bir özelliğidir ve demir oksitten kaynaklanmaktadır. Demir oksit=Pas! Böylece demirin kandaki önemi de daha iyi anlaşılıyor. Öte yandan, şeker besin değeri bakımından büyük bir öneme sahiptir ve yaraların kapanması için atmosferik havayla temas ettiğinde jelatin gibi pıhtılaşan hemoglobinin önemli bir parçasıdır. “Gençleşme” adlı kitabımda, kendi üzerimde yaptığım testi okuyabilirsiniz. Bu testte, hiç kanamayan, hemen iyileşen, kesinlikle irinsiz, mukussuz, acısız ve enfeksiyonsuz yaralar söz konusudur.
Doktorların insan kanı üzerinde ortaya çıkardığı gerçek şu ki, kanda bulunan fazla asit bir hastalık belirtisidir. Buna göre, karma beslenen bir insanın, midesini her gün et, karbonhidrat, şekerleme ve meyveyle doldurduğunu, üstelik hepsini aynı öğünlerde tükettiğini varsayarsak, kanında fazla aside rastlanmasına hiç şaşmamak gerekir.
Eğer hala ikna olmadıysanız, kendiniz de bir deneme yapabilirsiniz. Normal bir öğün aldıktan bir saat sonra hepsini midenizden yine dışarı çıkarın; tiksinti verici bir kokuyla birlikte, asitli, çürümüş bir karışımla karşılaşacaksınız. Bu karışım, size hemen çöp tenekesini çağrıştıracaktır ki bunu domuzlara verecek olursanız, hasta olmalarına neden olursunuz.
Şöyle bir deney de yapabilirsiniz: bir dahaki tatil gününüzde kendi porsiyonunuzun dışında bir de hayali bir konuk için bir porsiyon hazırlayın. Kendi porsiyonunuzu yedikten sonra hayali konuğunuzun porsiyonunu tekrar tencereye boşaltın, iyice karıştırın. Vücut ısısına ayarladığınız ocağın ateşi üzerinde 30 dakika kadar ısıtın. Kapağını kapatarak kenara alın ve üzerinden bir gece geçmesini bekleyin. Ertesi sabah tencerenin kapağını açtığınızda büyük bir sürprizle karşılaşacaksınız.